2
EXE RANK
ć$в1Lм3z `
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 6 Ocak 2009
- Mesajlar
- 2,147
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32
Bahçeli, Başbakan Erdoğan' ın ''Faşizan'' sözlerine tepki gösterdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın, "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" sözlerine tepki göstererek, "Bu sözler ecdadını aşağılamayı özgüven zanneden zihniyet çürümüşlüğünün ülkemizde hangi mevkilerde dolaştığını herkese göstermiştir. Başbakan bu sözleri ile 'Hepimiz Ermeniyiz' diyenlerle aynı noktada buluşmuştur" dedi. Suriye sınırındaki mayınların temizlenerek 44 yıllığına İsrailli firmaya ihale edileceğini
de öne süren MHP lideri, "Hudut milli namus ve şerefin korunduğu yerdir. Bu nasıl bir namus ve şereftir ki, iktidar zihniyeti tarafından 44 yıllığına yabancılara emanet ve havale edilmek istenmektedir" ifadelerini kullandı.
Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, hükümetin terör ve bölücülükle mücadele konusunda yaptığını iddia ettiği altı konuyu dile getirdi. 2002 yılında AK Parti'nin işbaşına geldiği dönemde terör eylemlerinin 'sıfır' denilebilecek seviyeye indirildiğini, terör destekli bölücülüğün zayıflatıldığını belirten Bahçeli, "2002 yılında iktidara geldiğinde terörü ve bölücülüğü ortadan kaldırmak için önünde gerçek fırsatlar bulan hükümet, bu imkanları heba ve israf etmiştir. Yaptığı
yanlışlarla terörü ve bölücülüğü dirilten iktidar, bugün Kandil'den gelen kuryelerin mesajlarını uygulamaktan başka çaresinin kalmadığı bir darboğaza kendi ayakları ve rızası ile girmiştir" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın defalarca tekrarladığı "36 etnik grup iddiaları, "Türkiyelilik" sloganları, alt-üst kimlik hezeyanlarının bölücülüğün Türkiye'de 80 yılda aldığı mesafeden daha fazla tahribatın yolunu açtığını iddia eden Bahçeli, "Alçaklık boyutlarına ulaştığına şahit olunan bu zihniyetlerin hız kesmeden ilerledikleri çürümenin sonu bu gidişle 'Türkiye'nin adının ve 'İstiklal Marşı'nın' tartışılmasına kadar varacaktır" diye konuştu.
Erdoğan'ın önce vatan görevi yapanlar için "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir", sonra 30 bin kişinin katili olan cani için 'sayın' ve şehit Mehmetçiklerimiz için 'kelle' ifadesi kullandığını hatırlatan Bahçeli, Türklüğe hakareti düzenleyen TCK'nın 301. maddesinin de iktidar partisi tarafından değiştirildiğini kaydetti. MHP lideri, sözde "ateşkes ve barış müzakeresi" olarak tasarlanan bu sürecin ilk aşamasında terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin operasyonları durdurması, Kürtçe özel
televizyonlara sınırsız ve denetimsiz yayın hakkı, İmralı canisinin tecrit koşullarını hafifletmek için yanına mahkum gönderilmesi, yerleşim birimlerinin Kürtçe isimlerinin geri verilmesi, Türk alfabesinin eklenecek yeni harflerle değiştirilmesi, üniversitelerde Kürtçe enstitüler kurulması, Kürtçe'nin seçmeli ders olmasının altyapısının hazırlanması, Atatürk'ün 'Ne mutlu Türküm diyene' vecizesinin kaldırılması, ilköğretim okullarında içinde "Türk" kelimesi geçen öğrenci andının değiştirilmesi gibi idari ve yasal düzenlemelerin yapılacağını ileri sürdü. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı"nın TBMM'de görüşülmeye başlandığını hatırlatan Bahçeli, şunları söyledi:
"Bu konuda parti grubumuz sayısal desteğimizin de üzerinde bir gayretle hem tasarıya sıcak bakan AK Parti Grubu'nu hem de aziz milletimizi bilgilendirme ve uyarma görevlerini başarıyla sürdürmektedir. Nasıl bir sonuç alınırsa alınsın yüksek bir sorumlulukla ve milli duyarlılıkla harekete geçerek bu konuda çalışmaları süren ve emeği geçen arkadaşlarımı kutluyorum. Bu konuda 338 milletvekiline sahip Başbakan'ın muhalefetin direnişi karşısında öfkeye kapılarak 'altı madde için iki hafta, dört günümüzü
aldılar' diye yakınması, aczini gösteren kara mizah örneği olarak siyasi tarihimize geçmiştir. Sınır boyunca yıllar içinde döşenmiş mayınların temizlenmesi bizim de parti olarak desteklediğimiz ve önemsediğimiz bir husustur. Taahhüt ettiğimiz uluslar arası sözleşmelerle bu alanın mayınlardan arındırılmasının gerektiğinin de farkında ve şuurundayız. 176 kilometrekare olduğu ifade edilen bu atıl arazinin bu haliyle Türk ekonomisi açısından bir kayıp olduğunu da kabul ediyoruz. Yine temizlenmiş arazilerin
tarıma açılarak ülke ekonomisine katkıda bulunulmasına yönelik bir itirazımızın da olması söz konusu değildir. Bizim anlayamadığımız nokta, temizlenecek bu arazilerin tarımsal kullanım haklarının hülle yöntemiyle yabancı firmalara verilmesi arayışındaki ısrardır. AK Parti hükümetinin mayın temizleme işini milli kurumlara veya bu alandaki uzmanlığı bilinen NATO'ya bağlı bakım ve ikmal ajansına bırakmayıp, özel bir şirkete vererek yap-işlet-devret modeliyle organik tarıma açma ısrarı, bu işin önceden bir İsrail firmasına bağlandığına ilişkin kuşkulara güç kazandırmıştır. Mayını temizleme işlemi ile temizlenmiş araziyi 44 yıllığına tarımsal kullanma hakkını aynı paket içinde geçirme kurnazlığına soyunan hükümetin bu tavrını milli menfaatler kapsamında yorumlamak asla mümkün değildir."
Bahçeli, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesiyle ilgili hükümete acilen cevap bekleyen şu soruları yöneltti:
"1. Mayın temizleme ile araziyi tarım amaçlı kullanma gibi iki alakasız konu neden bir arada değerlendirilmek istenmektedir?
2. Türklüğe hakareti düzenleyenn kullanımı için tanınan 44 yıllık süreyi belirleyen maliyet hesabını kimler, hangi yöntemleri kullanarak yapmışlardır?
3. Hükümetin ihale için öne sürdüğü şartlardan biri olan Ottowa Sözleşmesi'nin gereği bu ise, bütün sınırlarda 2014 yılına kadar yapılması gereken mayınların temizlenmesi işi neden sadece Suriye sınırını kapsamaktadır?
4. Yalnızca tarımsal üretim için tahsis edilen arazide bulunabilecek yer altı zenginliklerinden yararlanmada söz konusu ihaleyi alan firmanın bu imkanları karartmasının, örtmesinin veya yasadışı kullanmasının kontrolü nasıl yapılacaktır?
5. Milli güvenliği yakından ilgilendiren bu konunun yalnızca Maliye Bakanlığı'nın faaliyeti olarak görülmesi ve kalkındık, zenginleştik denildiği bir ortamda para yokluğu bahane edilerek yap-işlet-devret yöntemi kullanılması gerçekçi ve inandırıcı bir gerekçe midir?
6. Türkiye ile Suriye arasındaki sınır gibi çok hassas ve stratejik açıdan en önemli topraklarımızı, yarım yüzyıllığına yabancı firmaların kontrolüne vermenin nasıl bir mazereti olabilir?
7. Maliye Bakanı'nın ifade ettiği gibi hem mayın temizleme ve hem de tarım faaliyetlerine vakıf bir yerli şirketin olmaması durumunda, Türkiye kendi topraklarındaki mayınları yabancı şirketlerin menfaatleri için mi temizletmek istemektedir?"
Başbakan Erdoğan ve iktidar milletvekillerine çağrıda bulunan Bahçeli, "Gelin, bu kanunu geri çekin. Türk milletinin yüksek menfaatlerini savunmak adına ettiğimiz yemini yabancı şirketlerin çıkarlarına feda etmeyin. Gelecek kuşaklar nezdinde zan ve töhmet altında kalmayın. Bu konuyu vicdanlarınızda bir kez daha sorgulayın. Yanlıştan dönün. Türk milletinin, Türk devletinin menfaatlerine olacak şekilde yeniden düzenleyin. Eğer bu kanun bu şekilde geçerse Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yeni bir kara lekesi olarak alınlarına çalınacak ve Meclis tarihine geçecektir" şeklinde konuştu.
"Hudut kutsaldır. Hudut bir milletin namusudur" diyen MHP lideri, "Bütün hudut kesimlerinde aynı levhaları görürsünüz: 'Hudut milli namus ve şerefin korunduğu yerdir.' Bu nasıl bir namus ve şereftir ki, iktidar zihniyeti tarafından 44 yıllığına yabancılara emanet ve havale edilmek istenmektedir. Bunu hiçbir Milliyetçi Hareket Partili'nin kabul etmesi ve sineye çekmesi mümkün değildir" dedi.
"BAŞBAKAN MENSUBU OLDUĞU MİLLETİNİN GEÇMİŞİNİ AŞAĞILADI"
Başbakan Erdoğan'ın, "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" sözlerine de sert tepki gösteren Devlet Bahçeli, şunları söyledi:
"Bu sözler ecdadını aşağılamayı özgüven zanneden zihniyet çürümüşlüğünün ülkemizde hangi boyutlara ulaştığını, hangi mevkilerde dolaştığını herkese göstermiştir. Bu konuda Türkiye ile hesaplaşmak isteyen Rumlar ve Ermenilerle aynı safta yer alması, Türkiye için büyük bir talihsizlik, kendisi için ise altından kalkılamayacak bir kara sayfadır. Asırlardan beri her din ve kökenden milyonlarca insanın zulümden kaçarak sığındığı en güvenilir, en emin millet olan Türklüğün bu tarihi gerçeği ortadayken Başbakan
bu sözleri ile 'Hepimiz Ermeniyiz' diyenlerle aynı noktada buluşmuştur. Yunan basının Türk Başbakanı'nın tarih'fdrlatan Bahçeli, Türklüğe hakareti düzenleyeni özeleştirisi ve itirafı olarak alkışladığı bu densizliğin Ermenistan'da da takdir toplayacağı muhakkaktır. Türk milletini ve şerefli tarihini ağır bir iftirayla ve faşizm suçlamasıyla mahkum etmeye yeltenen Başbakan, bunun yanlışlıkla, istemeden söylenen ve amacını aşan bir beyan olduğunu belirterek Türk milletinden özür dilemelidir. Bunu yapmamakta ısrarlı ise; tarihimizin hangi dönemini ve hangi etnik kimlikleri kastettiğini, kastının 1923 Lozan Antlaşması'yla mübadele kapsamında Türkiye'den ayrılan Rumlar olup olmadığını, yoksa daha da ileri giderek 1915 olaylarına ilişkin Ermeni yalanlarına da mı sahip çıktığını acilen açıklığa kavuşturmalıdır. Bunları yapmadığı, suskun kaldığı ve tevil yoluna saptığı takdirde Türk milleti kendisini Ermeni ve Rum yalanları ve iddialarının tümüne sahip çıkan bir Başbakan olarak milli vicdanda ebediyen mahkum edecektir. 23 Nisan tarihinde Genel Kurul'da yaptığım konuşmada 'tarihin acı ve tatlı hatıralarla kapanmış sayfalarının, son bulmayan öç ve intikam duygularıyla, asla hak etmediğimiz insanlık dışı iftiraların yüzleşme adı altında canlı tutulmaya çalışılmasına' dikkat çekmiştim. Bunun devamı halinde ise Selçuklu Sultanı Alparslan adına Romen Diyojen'den, Osmanlı Padişahı Fatih adına Konstantin'den ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk adına ise yedi düvelden özür dilemeye kadar götürecek olan suçlamaların artarak süreceğini vurgulamıştım. Ne üzücüdür ki bu konu yabancılardan değil, ülkemin başbakanlık mevkiini işgal eden zihniyet tarafından dile getirilmiş ve silinmeyecek bir utanç belgesi olarak alnına kazınmıştır. Buradan Başbakan'a insanlık suçlarını, zulüm ve mezalimleri yanlış adreste aradığını hatırlatmak isterim. Bizim Başbakan'a tavsiyemiz; şayet kovulma, sürgün, göç ve katliam arayacaksa tam bir teslimiyetle peşine düştüğü Avrupa'nın sömürgeci tarihine bakmasıdır. Balkanlar'da
yüzlerce yılda kök salmış evlad-ı fatihanın, yıllar süren ıstırap ve çileyle dolu, zulüm ve meşakkatle yüklü trajik yakın tarihini incelemesidir. İllaki eski defterler aralanacak ise bunu önce komşu ülkelerden ve kanlı tarihin temsilcileri olan emperyalist devletlerden sorgulamaya başlamasıdır. Bu kafa yapısı artık belli olmuştur. Bu, Lozan'ı sorgulayan, Sevr'i imzalayan ve hatta Kurtuluş Savaşı verdiğimiz için pişmanlık duyan, tarihimizi lanetleyen işbirlikçi zihniyetin günümüze kadar uzanmış tipik örneğidir. Bu marazi yorumların başka bir izah yolu kalmamıştır. Başbakan dilinin altındaki baklayı artık çıkartmalıdır. Başkalarının geçmişini örnek göstererek hakaret ettiği Türk milletinden duyduğu utancın ve hatta hıncın tarihi, kültürel, etnik gerekçelerini ortaya koymalıdır. Bir Başbakan tarafından mensubu olduğu milletin geçmişini her fırsatta aşağılama alışkanlığının, milletinden utanarak her ortamda özür dilemeye meyyal zayıflığın psikolojik nedenleri mutlaka kendi geçmişinde aranmalıdır.
Hangi siyasi görüşü taşırsa taşısın, bu kadar küçülmenin ve alçalmanın başka hiçbir mantıklı ve kabul edilebilir izahı yoktur."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın, "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" sözlerine tepki göstererek, "Bu sözler ecdadını aşağılamayı özgüven zanneden zihniyet çürümüşlüğünün ülkemizde hangi mevkilerde dolaştığını herkese göstermiştir. Başbakan bu sözleri ile 'Hepimiz Ermeniyiz' diyenlerle aynı noktada buluşmuştur" dedi. Suriye sınırındaki mayınların temizlenerek 44 yıllığına İsrailli firmaya ihale edileceğini
de öne süren MHP lideri, "Hudut milli namus ve şerefin korunduğu yerdir. Bu nasıl bir namus ve şereftir ki, iktidar zihniyeti tarafından 44 yıllığına yabancılara emanet ve havale edilmek istenmektedir" ifadelerini kullandı.
Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, hükümetin terör ve bölücülükle mücadele konusunda yaptığını iddia ettiği altı konuyu dile getirdi. 2002 yılında AK Parti'nin işbaşına geldiği dönemde terör eylemlerinin 'sıfır' denilebilecek seviyeye indirildiğini, terör destekli bölücülüğün zayıflatıldığını belirten Bahçeli, "2002 yılında iktidara geldiğinde terörü ve bölücülüğü ortadan kaldırmak için önünde gerçek fırsatlar bulan hükümet, bu imkanları heba ve israf etmiştir. Yaptığı
yanlışlarla terörü ve bölücülüğü dirilten iktidar, bugün Kandil'den gelen kuryelerin mesajlarını uygulamaktan başka çaresinin kalmadığı bir darboğaza kendi ayakları ve rızası ile girmiştir" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın defalarca tekrarladığı "36 etnik grup iddiaları, "Türkiyelilik" sloganları, alt-üst kimlik hezeyanlarının bölücülüğün Türkiye'de 80 yılda aldığı mesafeden daha fazla tahribatın yolunu açtığını iddia eden Bahçeli, "Alçaklık boyutlarına ulaştığına şahit olunan bu zihniyetlerin hız kesmeden ilerledikleri çürümenin sonu bu gidişle 'Türkiye'nin adının ve 'İstiklal Marşı'nın' tartışılmasına kadar varacaktır" diye konuştu.
Erdoğan'ın önce vatan görevi yapanlar için "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir", sonra 30 bin kişinin katili olan cani için 'sayın' ve şehit Mehmetçiklerimiz için 'kelle' ifadesi kullandığını hatırlatan Bahçeli, Türklüğe hakareti düzenleyen TCK'nın 301. maddesinin de iktidar partisi tarafından değiştirildiğini kaydetti. MHP lideri, sözde "ateşkes ve barış müzakeresi" olarak tasarlanan bu sürecin ilk aşamasında terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin operasyonları durdurması, Kürtçe özel
televizyonlara sınırsız ve denetimsiz yayın hakkı, İmralı canisinin tecrit koşullarını hafifletmek için yanına mahkum gönderilmesi, yerleşim birimlerinin Kürtçe isimlerinin geri verilmesi, Türk alfabesinin eklenecek yeni harflerle değiştirilmesi, üniversitelerde Kürtçe enstitüler kurulması, Kürtçe'nin seçmeli ders olmasının altyapısının hazırlanması, Atatürk'ün 'Ne mutlu Türküm diyene' vecizesinin kaldırılması, ilköğretim okullarında içinde "Türk" kelimesi geçen öğrenci andının değiştirilmesi gibi idari ve yasal düzenlemelerin yapılacağını ileri sürdü. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı"nın TBMM'de görüşülmeye başlandığını hatırlatan Bahçeli, şunları söyledi:
"Bu konuda parti grubumuz sayısal desteğimizin de üzerinde bir gayretle hem tasarıya sıcak bakan AK Parti Grubu'nu hem de aziz milletimizi bilgilendirme ve uyarma görevlerini başarıyla sürdürmektedir. Nasıl bir sonuç alınırsa alınsın yüksek bir sorumlulukla ve milli duyarlılıkla harekete geçerek bu konuda çalışmaları süren ve emeği geçen arkadaşlarımı kutluyorum. Bu konuda 338 milletvekiline sahip Başbakan'ın muhalefetin direnişi karşısında öfkeye kapılarak 'altı madde için iki hafta, dört günümüzü
aldılar' diye yakınması, aczini gösteren kara mizah örneği olarak siyasi tarihimize geçmiştir. Sınır boyunca yıllar içinde döşenmiş mayınların temizlenmesi bizim de parti olarak desteklediğimiz ve önemsediğimiz bir husustur. Taahhüt ettiğimiz uluslar arası sözleşmelerle bu alanın mayınlardan arındırılmasının gerektiğinin de farkında ve şuurundayız. 176 kilometrekare olduğu ifade edilen bu atıl arazinin bu haliyle Türk ekonomisi açısından bir kayıp olduğunu da kabul ediyoruz. Yine temizlenmiş arazilerin
tarıma açılarak ülke ekonomisine katkıda bulunulmasına yönelik bir itirazımızın da olması söz konusu değildir. Bizim anlayamadığımız nokta, temizlenecek bu arazilerin tarımsal kullanım haklarının hülle yöntemiyle yabancı firmalara verilmesi arayışındaki ısrardır. AK Parti hükümetinin mayın temizleme işini milli kurumlara veya bu alandaki uzmanlığı bilinen NATO'ya bağlı bakım ve ikmal ajansına bırakmayıp, özel bir şirkete vererek yap-işlet-devret modeliyle organik tarıma açma ısrarı, bu işin önceden bir İsrail firmasına bağlandığına ilişkin kuşkulara güç kazandırmıştır. Mayını temizleme işlemi ile temizlenmiş araziyi 44 yıllığına tarımsal kullanma hakkını aynı paket içinde geçirme kurnazlığına soyunan hükümetin bu tavrını milli menfaatler kapsamında yorumlamak asla mümkün değildir."
Bahçeli, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesiyle ilgili hükümete acilen cevap bekleyen şu soruları yöneltti:
"1. Mayın temizleme ile araziyi tarım amaçlı kullanma gibi iki alakasız konu neden bir arada değerlendirilmek istenmektedir?
2. Türklüğe hakareti düzenleyenn kullanımı için tanınan 44 yıllık süreyi belirleyen maliyet hesabını kimler, hangi yöntemleri kullanarak yapmışlardır?
3. Hükümetin ihale için öne sürdüğü şartlardan biri olan Ottowa Sözleşmesi'nin gereği bu ise, bütün sınırlarda 2014 yılına kadar yapılması gereken mayınların temizlenmesi işi neden sadece Suriye sınırını kapsamaktadır?
4. Yalnızca tarımsal üretim için tahsis edilen arazide bulunabilecek yer altı zenginliklerinden yararlanmada söz konusu ihaleyi alan firmanın bu imkanları karartmasının, örtmesinin veya yasadışı kullanmasının kontrolü nasıl yapılacaktır?
5. Milli güvenliği yakından ilgilendiren bu konunun yalnızca Maliye Bakanlığı'nın faaliyeti olarak görülmesi ve kalkındık, zenginleştik denildiği bir ortamda para yokluğu bahane edilerek yap-işlet-devret yöntemi kullanılması gerçekçi ve inandırıcı bir gerekçe midir?
6. Türkiye ile Suriye arasındaki sınır gibi çok hassas ve stratejik açıdan en önemli topraklarımızı, yarım yüzyıllığına yabancı firmaların kontrolüne vermenin nasıl bir mazereti olabilir?
7. Maliye Bakanı'nın ifade ettiği gibi hem mayın temizleme ve hem de tarım faaliyetlerine vakıf bir yerli şirketin olmaması durumunda, Türkiye kendi topraklarındaki mayınları yabancı şirketlerin menfaatleri için mi temizletmek istemektedir?"
Başbakan Erdoğan ve iktidar milletvekillerine çağrıda bulunan Bahçeli, "Gelin, bu kanunu geri çekin. Türk milletinin yüksek menfaatlerini savunmak adına ettiğimiz yemini yabancı şirketlerin çıkarlarına feda etmeyin. Gelecek kuşaklar nezdinde zan ve töhmet altında kalmayın. Bu konuyu vicdanlarınızda bir kez daha sorgulayın. Yanlıştan dönün. Türk milletinin, Türk devletinin menfaatlerine olacak şekilde yeniden düzenleyin. Eğer bu kanun bu şekilde geçerse Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yeni bir kara lekesi olarak alınlarına çalınacak ve Meclis tarihine geçecektir" şeklinde konuştu.
"Hudut kutsaldır. Hudut bir milletin namusudur" diyen MHP lideri, "Bütün hudut kesimlerinde aynı levhaları görürsünüz: 'Hudut milli namus ve şerefin korunduğu yerdir.' Bu nasıl bir namus ve şereftir ki, iktidar zihniyeti tarafından 44 yıllığına yabancılara emanet ve havale edilmek istenmektedir. Bunu hiçbir Milliyetçi Hareket Partili'nin kabul etmesi ve sineye çekmesi mümkün değildir" dedi.
"BAŞBAKAN MENSUBU OLDUĞU MİLLETİNİN GEÇMİŞİNİ AŞAĞILADI"
Başbakan Erdoğan'ın, "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" sözlerine de sert tepki gösteren Devlet Bahçeli, şunları söyledi:
"Bu sözler ecdadını aşağılamayı özgüven zanneden zihniyet çürümüşlüğünün ülkemizde hangi boyutlara ulaştığını, hangi mevkilerde dolaştığını herkese göstermiştir. Bu konuda Türkiye ile hesaplaşmak isteyen Rumlar ve Ermenilerle aynı safta yer alması, Türkiye için büyük bir talihsizlik, kendisi için ise altından kalkılamayacak bir kara sayfadır. Asırlardan beri her din ve kökenden milyonlarca insanın zulümden kaçarak sığındığı en güvenilir, en emin millet olan Türklüğün bu tarihi gerçeği ortadayken Başbakan
bu sözleri ile 'Hepimiz Ermeniyiz' diyenlerle aynı noktada buluşmuştur. Yunan basının Türk Başbakanı'nın tarih'fdrlatan Bahçeli, Türklüğe hakareti düzenleyeni özeleştirisi ve itirafı olarak alkışladığı bu densizliğin Ermenistan'da da takdir toplayacağı muhakkaktır. Türk milletini ve şerefli tarihini ağır bir iftirayla ve faşizm suçlamasıyla mahkum etmeye yeltenen Başbakan, bunun yanlışlıkla, istemeden söylenen ve amacını aşan bir beyan olduğunu belirterek Türk milletinden özür dilemelidir. Bunu yapmamakta ısrarlı ise; tarihimizin hangi dönemini ve hangi etnik kimlikleri kastettiğini, kastının 1923 Lozan Antlaşması'yla mübadele kapsamında Türkiye'den ayrılan Rumlar olup olmadığını, yoksa daha da ileri giderek 1915 olaylarına ilişkin Ermeni yalanlarına da mı sahip çıktığını acilen açıklığa kavuşturmalıdır. Bunları yapmadığı, suskun kaldığı ve tevil yoluna saptığı takdirde Türk milleti kendisini Ermeni ve Rum yalanları ve iddialarının tümüne sahip çıkan bir Başbakan olarak milli vicdanda ebediyen mahkum edecektir. 23 Nisan tarihinde Genel Kurul'da yaptığım konuşmada 'tarihin acı ve tatlı hatıralarla kapanmış sayfalarının, son bulmayan öç ve intikam duygularıyla, asla hak etmediğimiz insanlık dışı iftiraların yüzleşme adı altında canlı tutulmaya çalışılmasına' dikkat çekmiştim. Bunun devamı halinde ise Selçuklu Sultanı Alparslan adına Romen Diyojen'den, Osmanlı Padişahı Fatih adına Konstantin'den ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk adına ise yedi düvelden özür dilemeye kadar götürecek olan suçlamaların artarak süreceğini vurgulamıştım. Ne üzücüdür ki bu konu yabancılardan değil, ülkemin başbakanlık mevkiini işgal eden zihniyet tarafından dile getirilmiş ve silinmeyecek bir utanç belgesi olarak alnına kazınmıştır. Buradan Başbakan'a insanlık suçlarını, zulüm ve mezalimleri yanlış adreste aradığını hatırlatmak isterim. Bizim Başbakan'a tavsiyemiz; şayet kovulma, sürgün, göç ve katliam arayacaksa tam bir teslimiyetle peşine düştüğü Avrupa'nın sömürgeci tarihine bakmasıdır. Balkanlar'da
yüzlerce yılda kök salmış evlad-ı fatihanın, yıllar süren ıstırap ve çileyle dolu, zulüm ve meşakkatle yüklü trajik yakın tarihini incelemesidir. İllaki eski defterler aralanacak ise bunu önce komşu ülkelerden ve kanlı tarihin temsilcileri olan emperyalist devletlerden sorgulamaya başlamasıdır. Bu kafa yapısı artık belli olmuştur. Bu, Lozan'ı sorgulayan, Sevr'i imzalayan ve hatta Kurtuluş Savaşı verdiğimiz için pişmanlık duyan, tarihimizi lanetleyen işbirlikçi zihniyetin günümüze kadar uzanmış tipik örneğidir. Bu marazi yorumların başka bir izah yolu kalmamıştır. Başbakan dilinin altındaki baklayı artık çıkartmalıdır. Başkalarının geçmişini örnek göstererek hakaret ettiği Türk milletinden duyduğu utancın ve hatta hıncın tarihi, kültürel, etnik gerekçelerini ortaya koymalıdır. Bir Başbakan tarafından mensubu olduğu milletin geçmişini her fırsatta aşağılama alışkanlığının, milletinden utanarak her ortamda özür dilemeye meyyal zayıflığın psikolojik nedenleri mutlaka kendi geçmişinde aranmalıdır.
Hangi siyasi görüşü taşırsa taşısın, bu kadar küçülmenin ve alçalmanın başka hiçbir mantıklı ve kabul edilebilir izahı yoktur."