Atatürk'ün Bilinmeyen Anıları !

0
EXE RANK

-ac[T]!vado ;;

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
14 Şub 2011
Mesajlar
202
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
-ac[T]!vado ;;
Atatürk 1936 yılında Ankara’da Rus Büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyonda Rusya Büyükelçisine bir soru soruyor.
- ''Cumhuriyet Bayramımız dolayısıyla sizin lideriniz beni niçin kutlamadı?'' O zamanın Büyükelçisi Karahan, Cumhurbaşkanları Kalinin kendilerini kutladığını söylüyor. Atatürk’ün cevabı müthiş;
- ''Sizin Cumhurbaşkanınız, aynı zamanda önderiniz midir?'' Cevap,
- ''Hayır''. Atatürk soruyor;
- ''Önderiniz kim?'' Cevap;
- ''Stalin''. Atatürk;
- ''Öyleyse, o beni kutlayacak. Ben ülkemin hem Cumhurbaşkanı, hem önderiyim. Kalinin değil, bana kutlama mesajını Stalin göndersin'' diyor.
Büyükelçi Karahan, Atatürk’ün Stalin’i doğrudan aramasını isteyerek, bu işe karışmak istemediğini söylüyor. Atatürk de bunun üzerine:
- ''Niçin ben ilk adımı atayım'' dedikten sonra, tarihi cümleler geliyor:
_ ''Ben bunu ancak eşit şartlarda yapabilirim. Eğer beni kabul ettiklerini hissediyorsam yapabilirim. Başka türlü işlerine evet diyemem. Sizin biliyorum, güçlü ve mekanize edilmiş büyük ordunuz var ve ondan korkmuyorum, sizlerden korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. Benim emretmem yeterlidir. Halkım arkamdan nereye isterse gelir. Ben çok zarar verebilirim, elbette bunu hiçbir zaman yapmam, çünkü benim sözüm, benim dostluğum gibi kutsaldır.''


NOT : Atatürk ile Büyükelçi’nin bu diyalogu “çok gizli” damgası ve “Stalin ile Molotov tarafından okunması” notu ile eklenerek Stalin’e sunulduğunu belirten Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Stalin’in Atatürk’ün sözlerini okuduktan sonra,
- ''Dostumuz, Atatürk’ün sözleri ilgiyle, dikkatle okunsun” dediğini kaydetti. Tural,
- ''O tarihlerde dünyanın yüreğini hoplatan Stalin’in Atatürk konusunda daima dikkatli olduğu, Atatürk ölünceye kadar Türkiye aleyhine hiçbir şeyi açıktan söylemediği gerekçesini, buradan aldığı hususunu arz ediyorum'' diye konuştu.


GAZETEPORT
 
Atatürk bir sabah Florya’dan dolmabahçe sarayına dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyaver’e:
- ''Sorunuz, tren var mı?'' diye emir veriyor.
O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanındakilerle trene biniyor. Karar anı verildigi ve tatbik edildiği için bu trene biniş hemen kimsenin nazarı dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör Ata’nin bulundugu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;
- ''Vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?''
Yanindakiler cevap verirler.
- ''Paşam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasız seyehat ederiz.
Ata hayretle:
- ''Bu imtiyazı hiç beğenmedim'' der. Çok ayıp ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçılık!
 
Tanpınar, Erzurum Lisesi’nde Edebiyat muallimi iken, Atatürk Erzurum’a teşrif eder. Atatürk, tabiatı gereği doğal olarak Erzurum Lisesi’ne de uğrar. Protokolden sıyrılır, kanepesi kırık olan öğretmenler odasına girer. Orada bulunmakta olan Ahmet Hamdi Tanpınar’la uzun süre konuşur.

Tanpınar’a kim olduğunu, ne iş gördüğünü, Erzurum’da ne vakitten beri bulunduğunu, nerede okuduğunu ve hatta hocalarının kim olduğunu bile sorar.

Sonunda da ''ben yaptım oldu'' mantığı gütmeyen Atatürk, Tanpınar’dan; medreselerin kapatılmasını ve bunun halk üzerindeki tesiri hakkındaki fikrini almak ister.

Tanpınar, kendi deyişiyle, ses namına neyi varsa toplayarak:
- ''Medrese; misyonunu tamamlamış, tortu, kalıntı halinde bir müessese idi. Hayatta hiçbir müspet fonksiyonu yoktu. Kapatılmasının herhangi bir aksülamel doğuracağını zannetmiyorum'' der.

Atatürk, Tanpınar’ın bu cevabını onaylar mahiyette özet olarak tekrar eder ve ekler:
- ''Ama bu gibi şeyler belli olmaz… O kadar emin olmayın'' der.
 
Atatürk her ortamda mensubu bulunduğu Türk Milletiyle gurur duyar ve milletin onurunu en iyi şekilde temsil etmeyi görev bilirdi. O asla bu milletin evlatlarının yeteneğinden şüphe etmemiş, olumsuz koşullarla karşılaştığında bile o Türk insanını hep yüceltmiştir. Aşağıdaki anekdot da O’nun yaklaşımının sayısız örneklerinden sadece birisidir.
İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
- Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.
Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:
- Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi.
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:
- Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim,” dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.
 
Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
- "Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
- ''İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti'' dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
- ''Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum'' diye ilave etti.
- ''Yorulmadınız mı, Paşam?'' diye sordum.
- ''Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."
 
Geri
Üst