15
EXE RANK
-AUXERRE. `
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 1 Ara 2009
- Mesajlar
- 15,286
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 33
Arap yarımadasının kuzeyinde Batnı-mekke (Beke) adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Şehrin Kızıldeniz ile bağlantısı Câhiliye döneminde Şuaybe limanı, İslâm’dan sonra ise Cidde limanı vasıtasıyla sağlanmıştır. Kur’an’da “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen Mekke çevresi, kayalık çöl karakterli bir araziye ve bunun üzerinde görülen dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek doğal bitki örtüsüne sahiptir. Bölgeye düşen düzensiz yağışlar ve konumu gereği tarih boyunca birçok defa sel baskınlarına uğramıştır.
Kur’an’da “ümmülkurâ” olarak anılan Mekke, Müslümanların kıblesi Kâbe’ye ev sahipliği yapması ve hac gibi temel bir ibadetin ifa edildiği kutsal bir mahal olması dolayısıyla, İslâm coğrafyacıları tarafından dünyanın merkezine yerleştirilmiştir. Yeryüzündeki ülkelerin her birinin Kâbe’nin bir cephesine bakması dolayısıyla da Kâbe’yi tavaf, dünyanın kendi etrafında dönüşü olarak sembolize edilmiştir.
Mekke adının geçtiği bilinen en eski belge, Batlamyus’un II. yüzyıla ait Coğrafya adlı eseri olsa da, Bekke adıyla Mekke’ye Ahd-i Atik’de de atıf yapıldığı, ancak bunun çeviriler sırasında tahrif edildiği öne sürülmektedir. Gerek Ahd-i Atik’de, gerekse Kur’an’da Hz. İbrahim vesilesiyle anlatılan bilgilerden hareketle, Mekke’nin kadim bir tarihe tanıklık ettiği anlaşılmaktadır.
Asıl önemini, Allah’a kulluk amacıyla yapılmış ilk mâbed olma vasfı taşıyan Allah’ın evi Kâbe’den alan Mekke, Allah tarafından her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir belde (harem) kılınmış ve insanların manen temizlenme ve arınma mahalli olarak asırlar boyunca büyük bir değer görmüştür.
Tabii olarak Mekke’nin bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkmasında da Kâbe belirleyici bir faktör olmuştur. Her ne kadar Hz. İbrahim ve ailesinin buraya gelmesinden önce Mekke ve çevresinde Amâlika ve Benî Cürhüm gibi yerleşik kabilelerin mevcudiyetinden bahsedilse de, ağırlıklı görüş anayurtları Yemen olan Cürhümlülerin Mekke bölgesine Zemzem suyunun bulunmasından sonra gelip yerleştikleri yönündedir. Tevhid inancını benimseyen ve bölge üzerinde hâkimiyet kuran Cürhümlüler, Arim selinden sonra Mekke’ye gelen Huzâa ve Kinâneoğulları tarafından yenilgiye uğratılmışlar ve Mekke’nin idaresini onlara teslim etmek zorunda kalmışlardır. Mekke ve Kâbe’nin yönetimini devralan Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, putperestliği bölgeye getiren ilk kişi olması bakımından zikre değerdir. V. yüzyılın ikinci yarısında Mekke’de hâkimiyet kuran Kusay b. Kilâb ile birlikte Mekke ve Kâbe’nin yönetimi Kureyş’e geçmiş; nedve, kıyâde, livâ, hicâbe (sidâne), sikâye, rifâde gibi Mekke ve Kâbe’nin idaresiyle ilgili hizmetlerin hepsini kendinde toplayan Kusay’dan sonra da bu görevler Kureyş’in kolları arasında taksim edilmiştir.
Kureyş’in muhtelif kollarını Mekke’ye yerleştiren Kusay, yarı göçebe bu kabilenin yerleşikliğe geçmesini sağlamıştır. Bölge topraklarının tarımsal üretim açısından uygun olmaması, halkın ticarete yönelmesine yol açmış; daha ziyade bölgeye gelen yabancı tüccardan mal alan Mekkeliler, kendi aralarında veya yakın çevreleri ile ticaret yapmaya başlamışlardır. Mekke ekonomisini geliştirmek amacıyla Kusay’ın oğulları tarafından başlatılan teşebbüsler, müteakip dönemlerde meyvesini vermiş; özellikle Peygamber’imizin büyük dedesi Hâşim zamanında Kureyş ticareti bölgesel bir karakter kazanmıştır. Böylece milletlerarası ticaretin önemli noktalarından biri haline gelen Mekke, harem oluşunun da etkisiyle Arap yarımadasının önemli bir motor gücü olmayı başarmıştır.
Kur’an’da “ümmülkurâ” olarak anılan Mekke, Müslümanların kıblesi Kâbe’ye ev sahipliği yapması ve hac gibi temel bir ibadetin ifa edildiği kutsal bir mahal olması dolayısıyla, İslâm coğrafyacıları tarafından dünyanın merkezine yerleştirilmiştir. Yeryüzündeki ülkelerin her birinin Kâbe’nin bir cephesine bakması dolayısıyla da Kâbe’yi tavaf, dünyanın kendi etrafında dönüşü olarak sembolize edilmiştir.
Mekke adının geçtiği bilinen en eski belge, Batlamyus’un II. yüzyıla ait Coğrafya adlı eseri olsa da, Bekke adıyla Mekke’ye Ahd-i Atik’de de atıf yapıldığı, ancak bunun çeviriler sırasında tahrif edildiği öne sürülmektedir. Gerek Ahd-i Atik’de, gerekse Kur’an’da Hz. İbrahim vesilesiyle anlatılan bilgilerden hareketle, Mekke’nin kadim bir tarihe tanıklık ettiği anlaşılmaktadır.
Asıl önemini, Allah’a kulluk amacıyla yapılmış ilk mâbed olma vasfı taşıyan Allah’ın evi Kâbe’den alan Mekke, Allah tarafından her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir belde (harem) kılınmış ve insanların manen temizlenme ve arınma mahalli olarak asırlar boyunca büyük bir değer görmüştür.
Tabii olarak Mekke’nin bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkmasında da Kâbe belirleyici bir faktör olmuştur. Her ne kadar Hz. İbrahim ve ailesinin buraya gelmesinden önce Mekke ve çevresinde Amâlika ve Benî Cürhüm gibi yerleşik kabilelerin mevcudiyetinden bahsedilse de, ağırlıklı görüş anayurtları Yemen olan Cürhümlülerin Mekke bölgesine Zemzem suyunun bulunmasından sonra gelip yerleştikleri yönündedir. Tevhid inancını benimseyen ve bölge üzerinde hâkimiyet kuran Cürhümlüler, Arim selinden sonra Mekke’ye gelen Huzâa ve Kinâneoğulları tarafından yenilgiye uğratılmışlar ve Mekke’nin idaresini onlara teslim etmek zorunda kalmışlardır. Mekke ve Kâbe’nin yönetimini devralan Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, putperestliği bölgeye getiren ilk kişi olması bakımından zikre değerdir. V. yüzyılın ikinci yarısında Mekke’de hâkimiyet kuran Kusay b. Kilâb ile birlikte Mekke ve Kâbe’nin yönetimi Kureyş’e geçmiş; nedve, kıyâde, livâ, hicâbe (sidâne), sikâye, rifâde gibi Mekke ve Kâbe’nin idaresiyle ilgili hizmetlerin hepsini kendinde toplayan Kusay’dan sonra da bu görevler Kureyş’in kolları arasında taksim edilmiştir.
Kureyş’in muhtelif kollarını Mekke’ye yerleştiren Kusay, yarı göçebe bu kabilenin yerleşikliğe geçmesini sağlamıştır. Bölge topraklarının tarımsal üretim açısından uygun olmaması, halkın ticarete yönelmesine yol açmış; daha ziyade bölgeye gelen yabancı tüccardan mal alan Mekkeliler, kendi aralarında veya yakın çevreleri ile ticaret yapmaya başlamışlardır. Mekke ekonomisini geliştirmek amacıyla Kusay’ın oğulları tarafından başlatılan teşebbüsler, müteakip dönemlerde meyvesini vermiş; özellikle Peygamber’imizin büyük dedesi Hâşim zamanında Kureyş ticareti bölgesel bir karakter kazanmıştır. Böylece milletlerarası ticaretin önemli noktalarından biri haline gelen Mekke, harem oluşunun da etkisiyle Arap yarımadasının önemli bir motor gücü olmayı başarmıştır.