7
EXE RANK
-тнє αLуx-
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 21 Tem 2009
- Mesajlar
- 7,782
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
Adem-i Merkeziyetçilik
Mahalli idarelere geniş yetkiler tanıyan ve İkinci Meşrutiyet'ten sonra Prens Sabahaddin’in Türk idare sisteminde uygulanmasını teklif ettiği ve savunduğu prensip. Merkeziyetçi idare prensibinin zıddı.
Ortaçağ Avrupası'nda, feodal düzenin ortak özelliklerinin değişmesinden sonra gittikçe güçlenen merkezi idareler, geniş halk kitlelerine hükmetmeye başladı. Mahalli idarecilerin ve kilisenin hükümranlık yetkileri kısıldı. Devlet idaresine tamamen merkeziyetçilik hakim olup, güçlü bir devlet otoritesi ortaya çıktı. Bunun yanında halkın mahalli problemlerinin tespiti için, bölge temsilci meclisleri veya bölge temsilcileri teşkil edildi.
Osmanlı Devleti'nde de sancak beylerine, valilere ve kadılara geniş yetkiler verildi. Kadılar, ilmiye sistemine göre tayinle gelen mahalli idarecilerdi. Kadıların veya yardımcı personelin, yöre halkı tarafından seçilmesi veya denetlenmesi söz konusu değildi. Ancak ekonomik işlerde, kolluk görevinin yerine getirilmesinde, mali işlemlerin yürütülmesinde kadılar, halkın ve esnafın temsilcisi sayılan kimselere başvurduğu takdirde, bunlar, kendilerine yardımcı olurlardı. Tanzimat devrine kadar, geniş manâda adem-i merkeziyet prensibine uyulmamakla beraber, mahalli idarecilere geniş yetkiler verilmesi, Osmanlı Devletinde tamamen merkeziyetçi bir idarenin söz konusu olmadığını ortaya koymaktadır.
Tanzimat döneminde her sahada olduğu gibi, devletin idari yapısında da bazı değişiklikler yapılmasına ihtiyaç duyuldu. Tanzimat Fermanı'yla, gayrimüslim vatandaşlara Müslümanlardan daha geniş haklar verildi. Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen Avrupa devletlerinin destek ve teşvikiyle, gayrimüslim vatandaşlar, mahalli idarelerde söz sahibi olmak istediler. Onların istekleri doğrultusunda, bazı mahalli muhassıllık meclisleri kuruldu. Fakat kısa bir müddet içinde, bu uygulamadan vazgeçildi. Batılı devletler, Tanzimat ve Islahat fermanlarında gayrimüslimler için vaad edilen reformların uygulanması ve merkeziyetçi sistemin terk edilmesi konusunda, Babıali’ye yani Osmanlı hükümetine baskılarını arttırdılar. Batılı devletlerin baskılarıyla hazırlanan 9 Haziran 1861 tarihli Lübnan Nizamnamesi, adem-i merkeziyetçiliğe doğru gidişin ilk müşahhas örneği oldu. Dini ve etnik çatışmaların hüküm sürdüğü Lübnan’da, cemaatlerin, yönetime eşit ağırlıkta katılmaları sağlandı.
Bu doğrultuda, bütün Osmanlı İmparatorluğunu içine alacak idari yapının yeniden düzenlenmesi hususunda, iki farklı görüş ortaya çıktı. Bir kısmı, sınırları genişletilmiş vilayet ve livalara mali ve idari yetkiler verilmesini savunurken, bir kısmı, adem-i merkeziyet prensibini Osmanlı tebaasının bölünmüş olması dolayısıyla mahzurlu buldular. Bu tartışmalar sonunda hazırlanan 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi, Fransız department sistemini andıran bir hüviyete sahipti. Merkeziyetçiliği ve adem-i merkeziyetçiliği bir denge içinde uygulamayı hedef alan 1864 nizamnamesi, 22 Ocak 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayat Nizamnamesi'nde, merkeziyetçiliğin ağır basması yönünde değiştirildi. Nizamname hükümlerine göre, vilayet sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da karyelere (köylere) ayrılıyordu. Vilayet merkezinde valinin başkanlığında toplanan bir vilayet idare meclisi, kazalarda da kaza idare meclisi vardı. Hakim, mektupçu, defterdar, hariciye memuru, müftü ve gayrimüslim ruhani reis, meclislerin tabii üyeleriydi. Ayrıca meclislerde halkın seçtiği iki Müslüman, iki gayrimüslim, dört üye daha vardı.
Bazı vilayetlerde Avrupa devletlerinin destek ve müdahalesiyle, yarı bağımsız bir statü uygulandı. Umumi vilayet sisteminin dışında kalan Yemen, Hicaz ve Mısır gibi yerler, mahalli hanedanlar tarafından idare edildi. Osmanlı merkezi idaresi, burada sadece asayişi temin etmekle meşgul oldu
Mahalli idarelere geniş yetkiler tanıyan ve İkinci Meşrutiyet'ten sonra Prens Sabahaddin’in Türk idare sisteminde uygulanmasını teklif ettiği ve savunduğu prensip. Merkeziyetçi idare prensibinin zıddı.
Ortaçağ Avrupası'nda, feodal düzenin ortak özelliklerinin değişmesinden sonra gittikçe güçlenen merkezi idareler, geniş halk kitlelerine hükmetmeye başladı. Mahalli idarecilerin ve kilisenin hükümranlık yetkileri kısıldı. Devlet idaresine tamamen merkeziyetçilik hakim olup, güçlü bir devlet otoritesi ortaya çıktı. Bunun yanında halkın mahalli problemlerinin tespiti için, bölge temsilci meclisleri veya bölge temsilcileri teşkil edildi.
Osmanlı Devleti'nde de sancak beylerine, valilere ve kadılara geniş yetkiler verildi. Kadılar, ilmiye sistemine göre tayinle gelen mahalli idarecilerdi. Kadıların veya yardımcı personelin, yöre halkı tarafından seçilmesi veya denetlenmesi söz konusu değildi. Ancak ekonomik işlerde, kolluk görevinin yerine getirilmesinde, mali işlemlerin yürütülmesinde kadılar, halkın ve esnafın temsilcisi sayılan kimselere başvurduğu takdirde, bunlar, kendilerine yardımcı olurlardı. Tanzimat devrine kadar, geniş manâda adem-i merkeziyet prensibine uyulmamakla beraber, mahalli idarecilere geniş yetkiler verilmesi, Osmanlı Devletinde tamamen merkeziyetçi bir idarenin söz konusu olmadığını ortaya koymaktadır.
Tanzimat döneminde her sahada olduğu gibi, devletin idari yapısında da bazı değişiklikler yapılmasına ihtiyaç duyuldu. Tanzimat Fermanı'yla, gayrimüslim vatandaşlara Müslümanlardan daha geniş haklar verildi. Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen Avrupa devletlerinin destek ve teşvikiyle, gayrimüslim vatandaşlar, mahalli idarelerde söz sahibi olmak istediler. Onların istekleri doğrultusunda, bazı mahalli muhassıllık meclisleri kuruldu. Fakat kısa bir müddet içinde, bu uygulamadan vazgeçildi. Batılı devletler, Tanzimat ve Islahat fermanlarında gayrimüslimler için vaad edilen reformların uygulanması ve merkeziyetçi sistemin terk edilmesi konusunda, Babıali’ye yani Osmanlı hükümetine baskılarını arttırdılar. Batılı devletlerin baskılarıyla hazırlanan 9 Haziran 1861 tarihli Lübnan Nizamnamesi, adem-i merkeziyetçiliğe doğru gidişin ilk müşahhas örneği oldu. Dini ve etnik çatışmaların hüküm sürdüğü Lübnan’da, cemaatlerin, yönetime eşit ağırlıkta katılmaları sağlandı.
Bu doğrultuda, bütün Osmanlı İmparatorluğunu içine alacak idari yapının yeniden düzenlenmesi hususunda, iki farklı görüş ortaya çıktı. Bir kısmı, sınırları genişletilmiş vilayet ve livalara mali ve idari yetkiler verilmesini savunurken, bir kısmı, adem-i merkeziyet prensibini Osmanlı tebaasının bölünmüş olması dolayısıyla mahzurlu buldular. Bu tartışmalar sonunda hazırlanan 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi, Fransız department sistemini andıran bir hüviyete sahipti. Merkeziyetçiliği ve adem-i merkeziyetçiliği bir denge içinde uygulamayı hedef alan 1864 nizamnamesi, 22 Ocak 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayat Nizamnamesi'nde, merkeziyetçiliğin ağır basması yönünde değiştirildi. Nizamname hükümlerine göre, vilayet sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da karyelere (köylere) ayrılıyordu. Vilayet merkezinde valinin başkanlığında toplanan bir vilayet idare meclisi, kazalarda da kaza idare meclisi vardı. Hakim, mektupçu, defterdar, hariciye memuru, müftü ve gayrimüslim ruhani reis, meclislerin tabii üyeleriydi. Ayrıca meclislerde halkın seçtiği iki Müslüman, iki gayrimüslim, dört üye daha vardı.
Bazı vilayetlerde Avrupa devletlerinin destek ve müdahalesiyle, yarı bağımsız bir statü uygulandı. Umumi vilayet sisteminin dışında kalan Yemen, Hicaz ve Mısır gibi yerler, mahalli hanedanlar tarafından idare edildi. Osmanlı merkezi idaresi, burada sadece asayişi temin etmekle meşgul oldu