20
EXE RANK
Method
Fexe Kullanıcısı
1-Kırmızı Değirmen (Moulin Rouge!) (2001)
Müzikali postmodern bir yapıya sokmasını bilen devrimci bir eser. Belki de sinema tarihinin en iyi filmleri arasında dahi yer alıyor. Öyle ki burada 1900 yılı Paris’inde geçen bir aşk hikayesi anlatılırken, klasik müzikallerin şarkıları ile günümüz popüler şarkılarını iç içe burgulayan performanslar sunuluyor. Bunun üzerine de fiziksel komedi (slapstick komedi) türükleri yerleştiriliyor. Son 15 yılın en iyi yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Baz Luhrmann imzalı filmde Ewan McGregor ve Nicole Kidman başrolleri paylaşıyor.
2-Hedwig ve Kızgın Çıkıntısı (Hedwig and the Angry Inch) (2001)
Aslında bir transeksüel müzikali olarak anılabilir. Ancak dikkat çekici ve sınır tanımayan görsel dünyasıyla ilginç bir şekilde “Kırmızı Değirmen”in rakibi konumunda. John Cameron Mitchell’in hem yönetip hem oynadığı bu bir de müzikali sahnelenen eser, ciddi anlamda özgün bir yapıt. Bir şarkıcının düşüş hikayesi sözde ama çok özgün! Böylesi klasikleşecek bir eserin ülkemizde vizyona girmemesi ise üzücü...
3-Karanlıkta Dans (Dancer in the Dark) (2000)
Björk’ün canlandırdığı Doğu Avrupalı bir kızın ABD’ye gidip orada her şeyin ‘mükemmel’ olmasını arzulamasıyla yaşananlar filmin ana konusu. “Deccal”, “Dogville” ve “Avrupa” ile tanınan Lars Von Trier imzalı eser, müzikal sahnelerinin ‘hayali andıran’ dokusu ve diğer bölümlerinin el kamerasıyla çekilmiş haliyle, bir anlamda farklı bir şey yaratıyordu. Tabii dogmanın estetiğini klasik Amerikan müzikalinin içine geçirirken sabit kameradan vazgeçmeyerek de sosyal bir hikayeyi müzikalin zemininde canlandırması, en önemli artılarından bir diğeriydi.
4-Repo! The Genetic Opera (2008)
Bilimkurgu ile müzikali iç içe geçiren eser, akla bolca “The Rocky Horror Picture Show” (1975) adlı B filmlerine saygı duruşunda bulunan kült filmi getirdi. ‘Testere’ serisinin birkaç filminin yönetmeni olan Darren Lynn Bousman burada bir biopunk müzikali yaratıyordu adeta. Bu da bilimkurgunun siber-punk alt türünün bir alt-alt türünün ürünüydü aslında. Bu yönüyle de “Kırmızı Değirmen”in tamamen ‘kurmaca evren’ mantıklı yapısını birebir canlandırıp, bundan yeni bir şey çıkarmasıyla dikkat çekti. Ancak ‘fark’ı ve ‘uçuk’luğu ile Türk izleyicisine uygun bulunmadığı için ülkemizde vizyona girmedi maalesef...
5-Aşk ve Sigara (Romance & Cigarettes) (2005)
“Kırmızı Değirmen”in film modelini kullanmaya cesaret eden yegane filmlerden. John Turturro imzalı yapıt, hayali ve renkli öğelerle öne çıksa da bir kara komedi ya da banliyö yaşamı filmi olarak öne çıkarılabilir. Öyle ki bir ailenin içinde yaşananları ele alırken, banliyö sokaklarından kendine özel bir dünya kuruyor. Ses, her şeyin detaycı öğesi olarak öne çıkıyor. Susan Sarandon, Kate Winslet, James Gandolfini ve Steve Buscemi’li bir kadrodan...
6-Nine (2009)
Fellini’nin “8. ½”unun (1963) Broadway müzikali versiyonunun sinema uyarlaması. Yani bir yönetmenin, Guido’nun ya da usta yönetmen Federico Fellini’nin alter egosunun yaratıcılık krizi ile özel hayatını iç içe geçiren bir kadın cümbüşü. “Chicago”nun yönetmeni Rob Marshall burada çok sevdiği 70’lerin ‘modern müzikalleri’nden yeni bir yaprak sunuyor. Biraz daha ihtişamlı ve görkemli bir iş bu. Nicole Kidman, Kate Hudson, Marion Cotillard ve Penelope Cruz; Daniel Day-Lewis’e destek oluyorlar. Hepsinin de performansı olağanüstü!
7-Sweeney Todd (2007)
Tim Burton’ın çok da tutturamayan bir Broadway müzikalinden uyarladığı eser, ilginç bir karışım sunuyor. Zira bir slasher (kesme-biçme filmi) müzikali olarak anmak mümkün idi yapıtı. Ancak klasik müzikal sahneleri bulunduran bir klasik müzikal adıyla da anılabilir. Nihai sonuçta bu bir seri katilin hikayesini anlatırken, aristokrasinin de çürük taraflarını açığa çıkarabiliyordu. Johnny Depp, Sacha Baron Cohen ile Helena Bonham Carter’ın başarıları da bu duruma destek oldu. Filmin “Kırmızı Değirmen”e yakınlık kuran kurmaca dünyası da Burton’ın müzikalde de biraz daha uğraşsa ileriye doğru ‘yüzde yüz özgün’ bir adım atabileceğini gösteriyordu.
8-Rent (2005)
Pulitzer ve Tony ödüllü Broadway müzikalinin sinema uyarlaması, şüphesiz müzikal severler için beklenen bir projeydi. Sonuç da yönetmenlik koltuğunda Chris Columbus oturmasına karşın hayal kırıklığı olmadı. New York’lu Bohemlerin uyuşturucu ve sokak hayatı ile çektiklerini anlatan eser, dönemin alt kültürüne bakış atıyordu. Bu yönüyle de aslında bir bakıma yeni neslin “Hair”i oldu. “Rent”in ülkemizde vizyona girmemesi ise üzücü...
9-Chicago (2002)
Daha önce sinemaya uyarlansa da (İsmi “Roxie Hart” idi), 1920’lerin bu iki Amerikan suçlusunun dansçı olmasını anlatan hikaye, esasen Broadway müzikali ile adını duyurdu. Bob Fosse’nin yazdığı eseri sinemalaştıran ise alana hakim yönetmen Rob Marshall idi. En iyi film dahil sayısız Oscar’a uzanan yapıtın başrollerinde Catherine Zeta-Jones, Renée Zelweeger ve Richard Gere var.
10- Cole Porter’ın Aşkı (De-Lovely) (2004)
70’lerde Bob Fosse’nin “Bütün O Caz” (“All That Jazz”, 1979) ve “Cabaret” (1972) gibi filmleriyle karşımıza çıkan ‘büyük bölümü sahne üzerinde akan ve halüsinasyonlarla yürüyen müzikal’ mantığını birebir kullanan bir eser. Burada ise ana faktör müzikallerin bestecisi Cole Porter. Senaryoya göre bütün hayatını sinema salonunda, perdenin ihtişamıyla izleyen bu adamı Kevin Kline canlandırıyor. Irwin Winkler’ın yönettiği film, ülkemizde vizyona girmedi.
Müzikali postmodern bir yapıya sokmasını bilen devrimci bir eser. Belki de sinema tarihinin en iyi filmleri arasında dahi yer alıyor. Öyle ki burada 1900 yılı Paris’inde geçen bir aşk hikayesi anlatılırken, klasik müzikallerin şarkıları ile günümüz popüler şarkılarını iç içe burgulayan performanslar sunuluyor. Bunun üzerine de fiziksel komedi (slapstick komedi) türükleri yerleştiriliyor. Son 15 yılın en iyi yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Baz Luhrmann imzalı filmde Ewan McGregor ve Nicole Kidman başrolleri paylaşıyor.
2-Hedwig ve Kızgın Çıkıntısı (Hedwig and the Angry Inch) (2001)
Aslında bir transeksüel müzikali olarak anılabilir. Ancak dikkat çekici ve sınır tanımayan görsel dünyasıyla ilginç bir şekilde “Kırmızı Değirmen”in rakibi konumunda. John Cameron Mitchell’in hem yönetip hem oynadığı bu bir de müzikali sahnelenen eser, ciddi anlamda özgün bir yapıt. Bir şarkıcının düşüş hikayesi sözde ama çok özgün! Böylesi klasikleşecek bir eserin ülkemizde vizyona girmemesi ise üzücü...
3-Karanlıkta Dans (Dancer in the Dark) (2000)
Björk’ün canlandırdığı Doğu Avrupalı bir kızın ABD’ye gidip orada her şeyin ‘mükemmel’ olmasını arzulamasıyla yaşananlar filmin ana konusu. “Deccal”, “Dogville” ve “Avrupa” ile tanınan Lars Von Trier imzalı eser, müzikal sahnelerinin ‘hayali andıran’ dokusu ve diğer bölümlerinin el kamerasıyla çekilmiş haliyle, bir anlamda farklı bir şey yaratıyordu. Tabii dogmanın estetiğini klasik Amerikan müzikalinin içine geçirirken sabit kameradan vazgeçmeyerek de sosyal bir hikayeyi müzikalin zemininde canlandırması, en önemli artılarından bir diğeriydi.
4-Repo! The Genetic Opera (2008)
Bilimkurgu ile müzikali iç içe geçiren eser, akla bolca “The Rocky Horror Picture Show” (1975) adlı B filmlerine saygı duruşunda bulunan kült filmi getirdi. ‘Testere’ serisinin birkaç filminin yönetmeni olan Darren Lynn Bousman burada bir biopunk müzikali yaratıyordu adeta. Bu da bilimkurgunun siber-punk alt türünün bir alt-alt türünün ürünüydü aslında. Bu yönüyle de “Kırmızı Değirmen”in tamamen ‘kurmaca evren’ mantıklı yapısını birebir canlandırıp, bundan yeni bir şey çıkarmasıyla dikkat çekti. Ancak ‘fark’ı ve ‘uçuk’luğu ile Türk izleyicisine uygun bulunmadığı için ülkemizde vizyona girmedi maalesef...
5-Aşk ve Sigara (Romance & Cigarettes) (2005)
“Kırmızı Değirmen”in film modelini kullanmaya cesaret eden yegane filmlerden. John Turturro imzalı yapıt, hayali ve renkli öğelerle öne çıksa da bir kara komedi ya da banliyö yaşamı filmi olarak öne çıkarılabilir. Öyle ki bir ailenin içinde yaşananları ele alırken, banliyö sokaklarından kendine özel bir dünya kuruyor. Ses, her şeyin detaycı öğesi olarak öne çıkıyor. Susan Sarandon, Kate Winslet, James Gandolfini ve Steve Buscemi’li bir kadrodan...
6-Nine (2009)
Fellini’nin “8. ½”unun (1963) Broadway müzikali versiyonunun sinema uyarlaması. Yani bir yönetmenin, Guido’nun ya da usta yönetmen Federico Fellini’nin alter egosunun yaratıcılık krizi ile özel hayatını iç içe geçiren bir kadın cümbüşü. “Chicago”nun yönetmeni Rob Marshall burada çok sevdiği 70’lerin ‘modern müzikalleri’nden yeni bir yaprak sunuyor. Biraz daha ihtişamlı ve görkemli bir iş bu. Nicole Kidman, Kate Hudson, Marion Cotillard ve Penelope Cruz; Daniel Day-Lewis’e destek oluyorlar. Hepsinin de performansı olağanüstü!
7-Sweeney Todd (2007)
Tim Burton’ın çok da tutturamayan bir Broadway müzikalinden uyarladığı eser, ilginç bir karışım sunuyor. Zira bir slasher (kesme-biçme filmi) müzikali olarak anmak mümkün idi yapıtı. Ancak klasik müzikal sahneleri bulunduran bir klasik müzikal adıyla da anılabilir. Nihai sonuçta bu bir seri katilin hikayesini anlatırken, aristokrasinin de çürük taraflarını açığa çıkarabiliyordu. Johnny Depp, Sacha Baron Cohen ile Helena Bonham Carter’ın başarıları da bu duruma destek oldu. Filmin “Kırmızı Değirmen”e yakınlık kuran kurmaca dünyası da Burton’ın müzikalde de biraz daha uğraşsa ileriye doğru ‘yüzde yüz özgün’ bir adım atabileceğini gösteriyordu.
8-Rent (2005)
Pulitzer ve Tony ödüllü Broadway müzikalinin sinema uyarlaması, şüphesiz müzikal severler için beklenen bir projeydi. Sonuç da yönetmenlik koltuğunda Chris Columbus oturmasına karşın hayal kırıklığı olmadı. New York’lu Bohemlerin uyuşturucu ve sokak hayatı ile çektiklerini anlatan eser, dönemin alt kültürüne bakış atıyordu. Bu yönüyle de aslında bir bakıma yeni neslin “Hair”i oldu. “Rent”in ülkemizde vizyona girmemesi ise üzücü...
9-Chicago (2002)
Daha önce sinemaya uyarlansa da (İsmi “Roxie Hart” idi), 1920’lerin bu iki Amerikan suçlusunun dansçı olmasını anlatan hikaye, esasen Broadway müzikali ile adını duyurdu. Bob Fosse’nin yazdığı eseri sinemalaştıran ise alana hakim yönetmen Rob Marshall idi. En iyi film dahil sayısız Oscar’a uzanan yapıtın başrollerinde Catherine Zeta-Jones, Renée Zelweeger ve Richard Gere var.
10- Cole Porter’ın Aşkı (De-Lovely) (2004)
70’lerde Bob Fosse’nin “Bütün O Caz” (“All That Jazz”, 1979) ve “Cabaret” (1972) gibi filmleriyle karşımıza çıkan ‘büyük bölümü sahne üzerinde akan ve halüsinasyonlarla yürüyen müzikal’ mantığını birebir kullanan bir eser. Burada ise ana faktör müzikallerin bestecisi Cole Porter. Senaryoya göre bütün hayatını sinema salonunda, perdenin ihtişamıyla izleyen bu adamı Kevin Kline canlandırıyor. Irwin Winkler’ın yönettiği film, ülkemizde vizyona girmedi.