Yeni Bir İslam Dünyası Kitabının Özeti

UFKUMUZ NE KADAR ?

Olayların neresindeyiz?
Şu an cereyan eden ve gelecekteki dünya dengesini biçimlendirecek olan bazı gelişmeler var. Onlar üzerinde düşünelim:



Rusya’ya torpil

Sovyetler çözüldü. Amerika, bu ülkenin yerine kendisi için mutemed bir gücün sivrilmesini istedi. Bu rolü Yeltsin’e ve Rusya Federasyonu’na verdi.



Süper BM

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İngiltere’nin çağrısı ile bir zirve toplantısı yaptı. Amaç, BM’nin bundan sonraki dünya hadiselerinde daha etkin bir rol almasıydı. Hakim güçler BM’yi kendi politikalarının icra gücü halinde kullanma eğilimine giriyorlar. Aynı BM’nin, bir de, ABD’nin vetoları ile İsrail’e bir şey yapamadığını değerlendirdiğinizde çarpık yapı gün gibi ortaya çıkıyor.



İslam’a ambargo
Cezayir’e bölgede hakim güç odaklarınca oluşturulmuş yapıyı bir uçtan değiştirmeye yönelik ciddi bir gelişme oldu. Başka İslam ülkelerinde de, bu yönde filizlenmeler görülüyor. Bunun adı hakim güç odaklarının kitabında “kökten dinci, fundamantal, radikal İslam” diye geçiyor ve yok edilmesi gerekli bir oluşum olarak görülüyor. Sebebi taa Birinci Dünya savaşında oluşmuş statükonun İslam lehine ve hakim güçler aleyhine bozulması ihtimali...



Müslüman-Türk dünyası

Balkanlardan Asya’ya uzanan Müslüman-Türk dünyası yepyeni boyutlarla uluslararası politika arenasına giriyorlar. Bu bölgeler için Türkiye, kendi büyük gücünü oluşturma yolunda mı ilerleyecek, yoksa süper güçlerin gölgesine mi sığınacak?



İslam dünyası

Ümmetin parçalanması ana hedefti, öylede oldu. O zamandan beri Türkiye, ümmet bütünlüğü içinde görünmekten çekinir. İslam ülkeleri ile ilişkileri hep “laiklik rezervi” taşır.



Nükleer kontrol

Bunun bir başka boyutu, nükleer güce sahip olma noktasındaki tartışmalarla ilgilidir. Hakim güçler, bir “İslam bombası” karşısında olağanüstü duyarlılar.



KÜRESEL SÖMÜRGELEŞME YA DA...

Şu andaki “küreselleşme” olgusunun ideolojik boyutu ne? Kimliksiz, renksiz bir evrensellik mi yaşanıyor? Yoksa, gerçekten de masonluğun hedeflediği gibi, tüm dinleri aşan “insanlığın ortak kültürü” diye ifade edilebilecek yeni bir din oluştu da, o mu akıyor sınırlar ötesine? Bunun için “küreselleşme”nin hangi alanlarda yaşandığına bir bakmak lazım.



Kültür: İletişim araçları tüm dünyayı ortak bir kültür içinde eritmeğe yöneliyor. Peki bu kültürün ideolojik kimliği ne ? Michael Jackson dünyanın her yerinde...’’Amerika her gittiği yerde kendi türküsünü dinliyor.’’ Haber: CNN’nin verdiği veya Batılı ajansların telekslere akıttığı işte küresel kültürün çerçevesi. Küresel kültürün ideolojik kimliği belki tek kelime ile ifade edilemiyor. Ancak, kendi kültür kimliğimiz için “Yok edici” bir ‘’misyon ‘’ yüklendiği muhakkak.



Dış politika: “Küreselleşme” nin biçimlendireceği alanların başında ülkelerin “dış politika” sının olması beklenebilir. Bunu en çok da, bizim gibi İslam ülkelerinin anladığını söyleyebiliriz. “Dünyadan bağımsız bir iş yapamayız’’ sözü, bizim politikacılarımızın özdeyişi halindedir. Dış politikada küresellik, ülkelerin dış ilişkilerini amerikan eksenli bir nitelik kazandırıyor. Amerikan eksenine yaklaşanlar küresel uyumu, ters düşenler ise uyumsuzluğu temsil ediyorlar.



Ekonomi:
Artık dev dünya şirketlerinin çağı yaşanıyor. Ahtapotun kolları Amerika’dan, Almanya’dan veya Japonya’dan uzanıp cebimize giriyor. Amerika’da üretim yapan şirketin dükkanı Çemişkezek’te açılıyor. Öyle bir yapı ki bu, küresel gelişmeleri okuyanlar yaşıyor, okuyamayan eleniyor. Gittikçe devleşen ve cüceleşen ekonomik kuruluşlardan söz edilebilir bu dünyada ... Neden hala petrol gibi stratejik hammaddeler üzerinde Amerikan merkezli zengin ülkeler terörü vardır?



Askeri güç:
Askeri güç konusunda bir başka dikkat çekici konu nükleer güç alanındaki çelişki: Bugün nükleer güç sahibi ülkeler, belli bir kampta buluşmuş gibiler. Bu kampın ortak özelliği İslam’ın yükselişine karşı oluşları. Ve bu güçler herhangi bir İslam ülkesini nükleer güce sahip olmasından büyük tedirginlik duyuyor.



Burada şu da söylenebilir:
İslam dünyasına karşı, böyle şuurlu bir sömürgeleştirme eylemi söz konusu olmasa ve olağan bir etkileşimden söz edilse bile, küresel değerlerin hakim ideolojik karakteri gereği, İslam toplumlarının yaşayacağı, yine de bir sömürgeleşme süreci olacaktır. Bu sömürgeleşme sürecinden kurtulmak için tek şart, çağı okumaktır. Çağın büyüklüklerini kavramaktır. O büyüklüğe layık bir ümmet bütünlüğünü sağlamaktır. Bunun müesseselerini tez elden oluşturmaktır. Sömürge kimliğini atmak ilk ve tek çıkar yoldur. Ondan sonrası peş peşe gelecektir.
 
TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ

Türkiye-İran arasında “güven ortamı” nın inşasını engelleyen değişik sebepler üzerinde durulabilir. Bunları şöyle belirleyebiliriz:



Türkiye yönünden:

• Türkiye bakımından başlıca engel, ülkede sistem planında İslam’a karşı tavırdır, denebilir. Türkiye,

ilişkilerde İslam’ı ortak payda olarak görmekten kaçınmaktadır.

• İkinci engel, Türkiye’nin henüz Batılılaşmadan büyüme, yücelme imkanları bulunabildiği şuuruna

gelememiş, dolayısıyla Batı hinterlandından kurtulamamış olmasıdır.

• Üçüncüsü, Türkiye’nin İslam ülkeleriyle ilişkide hala “Batı’yı ürkütme” endişesi taşıyor olmasıdır. Türkiye’de hala “Hilafetçilik, panislam görüntü verir miyim?” endişesi vardır.



İran yönünden:

• İran İslam devrimi, hem kendi iç yapılanışında, hem dışa yönelişinde mezhebi karakterini ön plana çıkarmıştır. Devrim kadroları, bu noktada farklı açıklamalar yapsalar bile, ortaya çıkan görüntü budur.

• Mezhebi karakter ön plana çıkınca ve peşinden İslam ülkelerine “devrim ihracı” başlayınca, İran birden bire tüm İslam ülkelerinde bir gerilimle karşılaşmıştır.

• “Devrim ihracı” ortamı, İran’da, sistemin sağlıklı bir yapı oluşturmasının ürünü de değildir ne yazık ki. Aksine sistem henüz sağlıklı bir yapı oluşturamadan savaş ortamına sürüklenmiştir.

• Dünyanın bugünkü şartlarında, bir İslam devrimi inşa etmenin ve daha da önemlisi onu ayakta durur hale getirmenin güçlüğünü teslim etmiyor değiliz. Ama, bunun da önceden görülmesi ve ona uygun tedbirler alınması gerekmez miydi?
 
GÜVEN SAĞLAYICI TEKLİFLER

Bu değerlendirmeler ışığında Türkiye ile İran arasındaki güven ortamına nasıl gidilir? Şunları söyleyebiliriz:

• Türkiye, İslam’a ilişkin rezervlerini bırakmalı ve toplumdaki İslami yönelişe paralel bir yapılanışı

gerçekleştirmelidir.

• Türkiye, bölgede bir batı ucu gibi değil, Batı karşısında bir İslam sözcüsü olmaya yönelmelidir.

• Türkiye halktaki İslam yönelişini engellemeği değil, büyütmeği hedef almalıdır.

• İran’a gelince, bu ülkenin, yukarıda belirttiğimiz görüntülerde bir düzeltme çabasına girmesi gerekiyor.



“Güven” ortamı sağlamayı ilke olarak benimseyince, bunu inşa edici yolların kolaylıkla bulunabileceğine inanıyoruz.

• “İslam devrimi” kimliğinin “milli çıkarlar”a perde olduğu veya mezhebi çizginin örtüsü haline geldiği intibaı vermekten kaçınılmalıdır.

• İran, İslam’ı önce kendi bünyesinde iyi yaşamaya, iyi sistem kurmaya gayret etmelidir. Böyle bir süreç kendi ürünlerini gerçek olgunluğu içinde vermeye başlayabilirse yani İran İslamın bir saadet ülkesi hakine bu kendi etki alanını bulmaya başlayacaktır.

• İran İslam ülkelerindeki İslami hareketlerin gelişimine kendi rengini verme politikasından vazgeçmelidir.
 
İSRAİLİN POLİTİKASI

İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin altında yatan gerçekler şunlardır:

1. Öncelikle Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin Araplarla endeksli gözükmesi son derece yanlıştır. Dolayısıyla Arapları sevmemiz gerektiğinde İsrail’le soğumamız, Araplara kızdığımızda İsrail’e yakınlaşmamız sağlıklı bir çizgi değildir. Araplar ucuz petrol verdiğinde İsrail’le ilişkileri gerecek buna karşılık İsrail daha pahalı bir vaatte bulunduğunda, Türk dış politikasına, bu noktada bölgenin kültür ve tarih yapısı hiç mi etkin bir unsur değil?

2. İsrail’le yakınlaşmayı öngören gerçeklerden bir kısmı Araplara yönelik bir buğuzu seslendiriyor. Sanki Türkiye’ye “Bu Araplardan hayır gelmez. Bak düşmanlık edenler bile var. Öyleyse sen Yahudilerle işbirliği yap” deniliyor.

3. Sovyet hakimiyetinden kurtularak bağımsızlaşmış Müslüman-Türk yurtlarında Amerika ve İsrail’le işbirliği yapma ve bunun için 50-100 milyar dolarlık ekonomik paketlerden söz etmek ise Müslüman-Türk dünyasında rakip ülkeler sunma girişimleri ile birleştirdiğinizde uluslararası güç odaklarının stratejik hesaplarını açık seçik görme imkanı ortaya çıkıyor.

4. Amerika’daki İsrail lobisi uzunca bir süredir Türkiye’nin önünde gene bir yağlı olta yemi olarak tutuyor. Bu yeme epey bir bedelde ödedi Türkiye.

5. Eğer böylesine mecburiyetler varsa Türkiye’nin dış politikasını şimdi de İsrail endeksli hale gelmesi kaçınılmazdır. Türkiye o zaman İsrail’e mecbur olacaktır.

6. Bunca gerekçenin altında birazda İsrail’i olağanüstü güçlü görme psikolojisi yatıyor. Sanki Türkiye’nin önünü açabilecek bir tılsım İsrail’in ve dünya Yahudi lobisinin elindeymiş gibi bir tavır...

7. Türkiye’yi İsrail’le sıcak ilişkiye mecbur gören bunca gerekçenin altında ayrıca Türkiye’nin özgün bir politika geliştiremeyeceği dünyadaki etki alanının buna müsait olmadığı, Ortadoğu’nun, İslam dünyasının ve Türk yurtlarının böyle özgün bir politika ile Türkiye etrafında yeni bir ağırlık merkezi haline getirilmeyeceği kanaati yatmaktadır.
 
NELER OLUYOR?

Olan biten ne? Bize göre özetle şu. Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açıldığı, bir süredir, tüm dünyanın ortak kanaati halinde...Türkiye’deki siyasi kadrolar ise kendilerinde bu ufku taşıyacak birikim ve cesaret göremiyorlar. Bir yerlere yaslanmak yakın çağ politikalarının ana özelliği halinde. Uluslararası güç odakları, Türkiye siyasi kadrolarındaki bu aşağılık kompleksini bildikleri için onu değişik siyasi kombinasyonlara mecbur etmek üzere olaylar geliştiriyorlar. Bunun sonucunda Türkiye Amerika’ya mecbur oluyor. Türkiye’de toplumun yönetimler üzerindeki ağırlığı mı, seçimden seçime evet. Ama ondan sonra İsrail lobisi kadar etkili olduğunu sanmıyorum
 
Geri
Üst