Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
TEŞE'ÜM:
Bir şeyi uğursuz saymak, kötüye yormak.
İslâmiyet'te teşe'üm yoktur. Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem teşrîf edince (peygamber olarak gönderilince), günlerin mü'minlere (in******ra) uğursuz olmaları kalmadı. (İsmâil Hakkı Bursevî)
Uğursuzluğa inanmamalı, te'sir eder sanmamalıdır. Fakirlikten korkmak ve teşe'üme inanmak şeytandandır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
TEŞMÎT:
Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye "Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin" demek.
Müslümanın, müslüman üzerinde beş hakkı vardır:Selâmına cevâb vermek, hastalığında ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve teşmît etmek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
 
TEŞRÎ:
Kânun koyma. Allahü teâlânın ve peygamberlerinin, insan hayâtının maddî ve mânevî bütün yönlerine dâir emir ve yasaklar koyması.
Teşrî', Allah ve Resûlüne (peygamberine) âittir. Peygamber efendimiz devrinde teşrî', ilâhî bir veche (durum) arzediyordu. Kur'ân-ı kerîm tedrîcî olarak (hâdiselere göre) inzâl oluyor (iniyor), dînî ve dünyevî her türlü mes'elelerin çözüm şekli beli rtiliyordu. Peygamber efendimiz bizzât teşrî'î faâliyette bulunuyordu. Çünkü Kur'ân-ı kerîm, O'na teşrî' salâhiyeti tanımıştı. Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Peygamber size ne verdi ise onu alın (ve emirlerini tutun) . Size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın) . (Haşr sûresi: 7) (Serahsî, Pezdevî, Şa'rânî)
Peygamber efendimizin teşrî' vazîfeleri fiilî (bizzât yaparak) ve kavlî (söyleyerek) olduğu gibi, dîne aykırı olmayan bir şey gördüklerinde de susarlar, o işe mâni olmazlardı. Buna Peygamber efendimizin takrîrî sünneti denir.Bu da Resûlullah'ın teşrî ' vazîfelerindendi. (İbn-i Hatîb, Serahsî)
 
TEŞRİK GÜNLERİ:
Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri. Bayramın birinci gününe yevm-i nahr (nahr günü), ikinci ve üçüncü günleri de kurban günü olduğundan hepsine birden "eyyâm-ı nahr" denir. Ondan evvelki güne Arefe günü denir. Ramazân-ı şerîf bayram ında arefe yoktur. Arefe, kurban bayramına mahsustur. (Bkz. Eyyâm-ı Teşrîk)
 
TEŞRİK TEKBÎRİ:
Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri.
Hacıların ve hacca gitmeyenlerin, erkek kadın herkesin, cemâat ile kılsın, yalnız kılsın, yirmi üç vakit farz namazda veya bu bayramdaki farzlardan birini, yine bu bayram günlerinden birinde kazâ edince, selâm verir vermez Allahümme entesselâmü... de meden evvel bir kere tekbir-i teşrik okuması vâcibdir. Cenâze namazından sonra okunmaz. Câmiden çıktıktan veya konuştuktan sonra okumak lâzım değildir. İmâm tekbiri unutursa, cemâat terk etmez. Erkekler yüksek sesle okuyabilir. Kadınlar yavaş söyler. (Halebî, M. Zihni Efendi)
Teşrik tekbîri, Hanefî'de tehlil (Lâ ilâhe illallah)'dan evvel iki ve tehlilden sonra yine iki tekbir ile bir hamdele (lillahil-hamd)den ibârettir. Şâfiî'de tehlilden evvel üç tekbir okunur. (M. Zihni Efendi)
 
TEŞYİ':
Bir yerden ayrılıp gideni uğurlama, hürmet için biraz onunla birlikte gitme.
Vefât eden kul kabrine konduğu ve onu teşyi' edenler geri döndüğünde, daha onların ayak sesleri kaybolmadan kabirdeki mevtânın (ölünün) yanına iki melek gelip onu oturturlar ve derhâl; Muhammed aleyhisselâm hakkında îtikâdın (îmânın) ne idi. O'na ne demekte idin? diye sorarlar. Eğer mü'min ise; "Şehâdet ederim ki (kesin olarak bilir ve inanırım ki) O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür (peygamberidir) " diye cevap verir. Kâfir ve münâfık ise aynı soruya; "Bilmiyorum. Herkesin söylediğini söylüyorum" der. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Misâfirliğin edeplerinden birisi de; misâfir gideceği zaman, ev sâhibinin onu kapıya kadar teşyi' etmesidir. (Muhammed Rebhâmî)
 
TETAVVU' (Tetavvû):
Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet.
Tetavvu' namazlarının kendilerine mahsus sevâbları ve fazîletleri vardır. Tetavvu' namazlarından bâzıları şunlardır:Tahıyyet-ül-Mescîd:Mescide girildiğinde kılınan namaz. Duhâ namazı:Kuşluk vakti kılınan namaz. Teheccüd namazı:Gecenin üçte ikisi geçt ikten sonra, imsâk vaktinden önce kılınan namaz. Teheccüd ve duhâ (kuşluk) namazlarının en çoğu on iki rek'attir. Nâfile namazlarda gece iki, gündüz dört rek'atte bir selâm verilir. (İbn-i Âbidîn)
Farz olan zekâtı açıkça vermek riyâ olmaz, daha sevâb olur. Çünkü başkaları farz olan ibâdetin yapılmasına teşvik edilmiş olur. Tetavvu' olan sadakayı gizlice vermek efdâldir (daha iyidir). Gizli verilen sadaka açıktan verilen sadakadan yetmiş kat da ha sevâbdır. (Harputlu İshâk Efendi)
 
TETAYYUR:
Uğursuzluk, uğursuzluğa inanma.
Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve kâhine giden ve sihir, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir. Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır. (Hadîs-i şerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)
 
TEVÂ:
Havâlenin bozulma sebebi. Havâleyi kabûl edendeki alacağın telef yâni yok olması. (Bkz. Havâle)
Havâlede tevâ iki türlü olup; birincisi, kabûl eden sözünden döner. İnkâr eder ve yemin eder. Havâleyi veren ve alan da isbât edemez. Fakat ikisinden birisi sened veya şâhid ile isbât ederse, tevâ olmaz. İkincisi; havâle kabûl eden, müflis (iflâs etm iş) olarak vefât edince de tevâ hâsıl olur (meydana gelir.) (Ali Haydar Efendi)
 
TEVÂCÜD:
Vecd ve muhabbette kemâle ermeyenin (olgunlaşmayanın) isteğiyle vecde kavuşmaya tâlib olması, istemesi. (Bkz. Vecd)
Bu yüksek yolun yâni Ahrâriyye yolunun büyükleri, yüksek sesle zikr etmekten bile sakındırmışlardır. Kalb ile sessiz zikretmeği (Allahü teâlâyı anmayı) emir buyurmuşlardır.Şarkı, raks, dans etmek gibi oyunları ve Resûlullah efendimizin ve dört halîfe si zamanlarında olmayan vecd ve tevâcüdü, şuûrsuz hareket ve sözleri yasak etmişlerdir. (Ahmed Fârûkî)
 
TEVÂTÜR:
Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan, her asırda güvenilen kimselerin hepsinin bir şeyi, bir haberi bildirmeleri.
Mûsâ'nın, Îsâ'nın ve diğer peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar, mûcizeler gösterdiği haber verildiği gibi, Muhammed aleyhisselâmın da mûcizeler gösterdiği haber verilmiştir. Bu haberler tevâtür hâlindedir. Muhammed aleyhisselâm, mûcizeler göste rmiş ve bu mûcizeler bizlere tevâtür yoluyla bildirilmiştir. (Fahrüddîn-i Râzî)
Üç halîfeyi yâni hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman'ı metheden hadîs-i şerîflerin birkaçını bir sahabî bildirmiş ise de bunları çok kimseler çeşitli yollardan haber vermiş, bu yüzden tevâtür derecesini bulmuştur. Bunlara inanmamak elb ette küfür olur. (Abdullah-ı Süveydî)
 
Tevbe-i İstigfâr:
Kendini kusurlu görerek, günâhlara tövbe etmek, Allahü teâlâdan af dilemek.
Tevbe-i istigfâr devâmlı olmalıdır. Haramları ve şüpheli şeyleri, öldürücü zehir bilmelidir. (İmâm-ı Rabbânî)

Tevbe-i Nasûh:
Sâdık tövbe, işlediği günâhı bir daha yapmamak üzere tövbe etmek ve bu tövbesinde tam kararlı olmak.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey îmân edenler! Günâhlarınızdan Allahü teâlâya tevbe-i nasûh ile tövbe ediniz. (Tahrîm sûresi: 8)
Tevbe-i nasûh dört şey ile tamam olur.
1) Dil ile istiğfâr etmek (bağışlanmayı dilemek).
2) Günâhı işleyen âzâ ile günâhı terk etmek.
3) Bu günâhı bir daha işlemiyeceğine kalb ile kesin karar vermek.
4) Günâh işlemeye sevk eden her türlü vâsıta ve arkadaştan uzaklaşmak. (Ahmed-i Nâmık-ı Câmî)
Bir kimse bir günâhı yapıp, sonra onu gözünün önüne getirip, ölünceye kadar, ben Rabbimin emrine niçin karşı geldim, niçin bu günâhı işledim?diye pişman olup, bir daha öyle bir günâha dönmemesidir. İşte bu tevbe-i nasûh yâni bir daha günâha dönmemek üzere yapılan tövbedir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)
 
TEVECCÜH:
Yönelme.
1.Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
Resûlullah'ın yanına bir âmâ (gözleri görmeyen) birisi geldi. Gözlerinin açılması için duâ etmesini diledi (istedi). Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona; (İstersen duâ edeyim, istersen sabret. Sabr etmek, senin için daha iyi olur" buyurdu. O kimse; "Duâ etmeni istiyorum. Benim bakacak kimsem yoktur. Çok sıkılıyorum" deyince; "İyi bir abdest al! Sonra; "Allahümme innî es'elüke ve eteveccühü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin Nebiyyirrahme, yâ Muhammed innî eteveccehü bike ilâ Rabbî fî hâcetî-hâzihî, li takdiye-lî Allahümme şeffi'hü fiyye" duâsını oku!" buyurdu. Duânın mânâsı şudur: "Yâ Rabbi! İnsanlara rahmet olarak gönderdiğin sevgili Peygamberin ile sana teveccüh ediyorum. Senden istiyorum. Yâ Muhammed aleyhisselâm! Dileğimin hâsıl olm ası (yerine gelmesi) için Rabbime senin ile teveccüh ediyorum. Allah'ım! O'nu bana şefâatçi eyle!" (Merâkıl-Felâh, Nesâî, Tirmizî, İmâm-ı Beyhekî)
2. Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velînin, Allahü teâlânın izni ile nazar etmek (bakmak) yâhut başka yollarla talebesinin veya sevdiğinin yâhut başka birinin kalbindeki mâsivâ (Allahü teâlâdan başka her şey) ve dünyâ sevgisini, günâh lekelerini temizleyip, yerini feyz, mârifet, ilim ve hikmetle yâni mânevî ilimler, iyilikler, bereketler ve fâidelerle doldurması, yüksek derecelere kavuşturması.
Pîrin (tasavvuf büyüğünün) teveccühü, her ne sûretle ortaya çıkarsa çıksınlar, sâdık talebeden, zulmet ve keder dağlarını kaldırıp, uzaklaştırır. (Muhammed Ma'sûm)
Tasarruf sâhibleri üç nev'idir (kısımdır). Bir kısmı Allahü teâlânın izni ile, her istedikleri zamanda, diledikleri kimsenin kalbine tasarruf ederek, onu tasavvufta en yüksek derece olan fenâ makâmına eriştirirler. Bâzısı, Allahü teâlânın emri olmada n tasarruf etmez. Emir olunan kimseye teveccüh ederler. Bir kısmı ise kendilerine bir sıfat (hâl) geldiği zaman kalblere tasarruf ederler. (Ubeydullah-ı Ahrâr'ın oğlu Hâce Muhammed Yahyâ)
Tasavvuf yolunda çok yüksekleri aramalı, ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır. Verâların verâsını yâni öteler ötesini aramalıdır. Böyle bir istek, böyle çok çalışmak ancak vazîfe alınan büyüğün teveccühü ile elde edilebilir. Onun teveccühü de mürîdin (telebenin)ona olan sevgisi, bağlılığı kadar olur. (İmâm-ı Rabbânî)
3. Bir kimsenin, hayatta ve vefât etmiş, bir velîden feyz alabilmek, ondan mânevî olarak istifâde etmek, faydalanmak için, kalbini ona bağlaması, hâtırına hiçbir şey getirmeyip, yalnız onu düşünmesi.
Rûhu olgun bir velînin kabri yanına gidip, bir zaman durulur ve o tapraktaki velîye teveccüh edilirse, rûhu o toprağa bağlanır. Meyyitin rûhu da bu toprağa bağlı olduğu için, gelen insanın rûhu ile velînin rûhu buluşmuş olurlar. Bu iki rûh karşılıklı iki ayna olur. Herbirinde olan meârif (ilimler) ve kemâlât (olgunluklar) ötekine aks eder, yansır. (Fahreddîn-i Râzî)
Bâtındaki yâni kalbindeki nisbetin (bağlılığın) artmasına çalış. Allah ism-i şerîfini, bâzan da kelime-i tehlîli (Lâ ilâhe illallah'ı) çok zikrederek (söyleyerek), bâzan salevât okuyarak, Kur'ân-ı kerîm okuyarak Allahü teâlâya yaklaşmaya çalış. Bu ça lışmalarda gevşeklik olursa, bu fakîrin rûhâniyetine teveccüh ediniz. Yâhut, Mirzâ Mazhâr-ı Cânân'ın kabrine gidiniz, ona teveccüh ediniz, çok terakkî edilir, ilerleme ve yükselme olur. Ondan hâsıl olan fayda, bir dirinin faydasından daha çoktur. (Abdullah-ı Dehlevî)
 
TEVEKKÜL:
Allahü teâlâya teslim olma. Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her işte Allahü teâlâya îtimâd etmesi, güvenmesi.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Kim ki, Allahü teâlâdan korkarsa, Allahü teâlâ ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsân eder ve ona ummadığı yerden rızık verir. Her kim, Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ ona kâfidir. (Talâk sûresi: 2,3)
Eğer îmânınız varsa, Allahü teâlâya tevekkül ediniz. (Mâide sûresi: 23)
Allahü teâlâ, tevekkül edenleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 259)
Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabah mîdeleri boş, aç gider. Akşam mîdeleri dolmuş, doymuş olarak döner. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Yâ Ebâ Hüreyre! Allah'tan başka hiçbir şeye ümid bağlama! Allah'a tevekkül eyle! Bir arzun varsa, Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; her şeyi bir sebeb altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâlânın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Sebeblere yapışmak, tevekküle mâni değildir. Bilâkis sebeblere yapışmak, sebebleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir. (Ahmed Fârûkî)
Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
Tevekkülün alâmeti üçtür:Kimseden bir şey istememek (dilenmemek), verileni reddetmemek, ele geçeni biriktirmemek. (Sehl bin Abdullah)
Allahü teâlâya tevekkül ettim diyen kimsenin; cenâb-ı hakk'ın, kendisi hakkındaki muâmelesine, yâni takdîr ettiği şeylere, başına gelen sıkıntı ve musîbetlere de râzı olması lâzımdır. Aksi takdirde, yalan söylemiş olur. (Bişr-i Hafî)
 
TEVELLÎ:
Dostluk, birisini Allah rızâsı için sevme, dost edinme.
Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Allahü teâlânın düşmanlarından teberrî etmedikçe (uzaklaşmadıkça) tevellî olmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
 
TEVERRÜK:
Kadınların namazda oturma şekli; kaba etlerini yere koyup, uyluklarını birbirine yaklaştırarak, ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarıp, sol uylukları üzerine oturmaları.
Kadınlar, namazda teverrük ederek otururlar. (Alâüddîn-i Haskefî)
Namazda dizleri dikip, başını dizlerine koyarak, diz çökerek, bağdaş kurarak, teverrük ederek uyursa, abdesti bozulmaz. (M. Zihni Efendi)
 
TEVESSÜL:
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir (Bkz. İstigâse ve Teşeffû' ve Vesîle)
Peygamber efendimiz; "Allahümme innî es'elüke bihakkıs sâilîne aleyke" yâni "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum" diye tevessül eder ve böyle duâ ediniz buyururdu. (İbn-i Mâce)
Ömer bin Hattâb radıyallahü anh kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs ile tevessül etti. Yâni onu vesîle ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi: "Yâ Rabbî! Kıtlık olduğu zaman,Resûlullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin.Şimdi sana, Resûlullah efendimizin amcası ile tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et." diye duâ edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhârî)
Yüzyıllardır, doğru yolda olan müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesîle ederek duâ etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşmuşlar, sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duânın kabul olması haram lokma yememeğe bağlıdır. Bu ise, ancak cenâb-ı Hakk'ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü olsun, diri olsun Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan duâ, onların bereketiyle ve hatırları için kabûl olmaktadır.Daha önce yapılmış olan sâlih (iyi) ameller ile de tevessül yapılır. (M. Sıddîk Gümüş)
 
TEVFÎK:
Allahü teâlânın kullarının işini, rızâsına muvâfık (uygun) kılması, şer (kötülük) yolunu kapayıp, hayır (iyilik) yolunu kolaylaştırması.
(Şuayb aleyhisselâm), kavmine şöyle dedi: "Benim tevfîkim, Allahü teâlânın hidâyeti ve yardımı iledir. (Hûd sûresi: 88)
 
TEVHÎD:
1. Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek. (Bkz. Kelime-i Tevhîd)
İnsanların ilk dîni tevhîd dînidir. İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdır. İnsanlar, peygamberlere aleyhimüsselâm uydukları müddetçe tevhîd inancı üzere devâm ettiler. Fakat kendi başlarına gittiklerinde hep yanlış yollara saptılar, tevhîd inancından ayrıldılar. Allahü teâlâdan başka şeylere, putlara taptılar. İslâmiyet geldiği sırada Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. İslâmiyet, putperestliği ve putları ortadan kaldırdı. Tekrar tevhîd inancını yerleştirdi. (Herkese Lâzım Olan Îmân)
2. Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.
 
Tevhîd-i Şuhûdî:
Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) görmemek ve düşünmemek.
Tasavvuf yolunda yürümekten, nefsin istemediği zor gelen şeyleri yapmaktan ve sıkıntı çekmekten maksad, Allahü teâlâdan başka, her şeyin sevgisinden kurtulmaktır. Bu da tevhîd-i şuhûdî ile hâsıl olmaktadır. Bütün bu uğraşmalar, kulluğun, aczin, zaval lılığın meydana çıkması ve hiç olduğumuzun anlaşılması içindir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Geri
Üst