6
EXE RANK
LegendsNeverDie
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 1 Şub 2009
- Mesajlar
- 6,222
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 34
ŞİİRLERDE GEÇEN SÖZCÜKLER VE ANLAMLARI
-A-
âb: su.
abd: kul.
abad : zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
abaz: avaz.
abdal, ebdal: derviş. Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
abdal donu: gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
abes : boş, asılsız, saçma.
abeş: kula renkte at, alacalı hayvan.
ab-ı efsun : gözyaşı
abı hayat : ölümsüzlük suyu, bengisu.
âb-ı hayvan: aynı suya verilen başka bir ad.
ab-ı Kevser : Kevser suyu
abık: kaçak, kaçan
ab-ı mutahhar : temiz su
ab-ı nisan : nisan yağmuru.
abı puş : aba giyen, derviş, fakir
ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
abidane: ibadet edene yakışacak bir surette.
abit: çok ibadet eden, dindar.
ablak: değirmi, yaygın yüz.
âbşar: su şırıltısı, çağıltı.
abus : somurtkan
acayip, acib : acaib, şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
aceb, aceba: şaşma, şaşakalma, acaba.
Acem: İranlı.
Acem dağları: Batı İran dağları.
acışmak: derinden acımak.
acib: hayret verici, şaşkınlığa yol açan şey, tuhaf, garip, acayip.
âcizi: acizlik, zavallı, alçak gönüllü kimseye ait, bir kimsenin kendinden söz ederken kullandığı sözcük.
acuz: kocakarı, cadı karı.
açak: açalım.
açaram: açarım.
açılcağ: açılınca.
açılıptur: açılmıştır.
âdâb: edep, terbiye.
adalet : hak.
adave : düşmanlık.
adâvet: düşmanlık, hınç, kin.
Âdem: ilk insan ve peygamber.
adem: yokluk, hiçlik.
ademi: insan, adam.
ademiyet : insanlık, insancılılık
adet : gelenek, görenek, sayı
adib : edepler, töreler.
adl: adelette doğru hüküm verme, her şeyi yerli yerine koyma.
adlım: ünlü, ünü büyük.
adu, adü: düşman, hasım.
adu taşı: düşman taşı.
adüvan : can düşmanı.
afak : ufuklar, gökyüzünün kenarları
âfitab: güneş.
agah: bilgili, görgülü.
ağ: ak.
ağ gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı
ağ lavaş: yufka ekmek, ak undan yapılmış yufka ekmek.
ağ mercan: ak mercan. (mecazi anlamı; ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi. )
ağaç at: tabut.
ağca: akça, aka yakın, alacalı.
ağca ceyran: ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması. )
ağı, ağu: zehir.
ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
ağır sufra: şölen sofrası.
ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
ağlaram: ağlarım.
ağmak: yukarı çıkmak, yükselmek. 2- akmak, karışmak.
ağrı: yön, taraf.
ağu: ağı, zehir.
ağyar: başkaları, sevene göre sevgilisiyle görüşenler.
aharam: akarım. ''Aharam seller içinde.''
ahbâr: haberler.
ahd: vadetme, söz verme.
ahdipeyman, ahd ü peyman : yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
ahen: demir, zincir, kılıç, katı, acımasız.
ahenger: demirci.
aheste: yavaş, ağır, yavaş yavaş
ahıl: akıl
ahi: Arapça kardeş anlamına gelen bu sözcük, hem ustaları, hem çırakları içine alan esnaf loncalarının liderine verilen ad olmuştur.
ahibba: dostlar, sevgililer
ahir: en son, sondaki, nihayet, son olarak. son, sonuncu.
ahir-kâr: işin sonu.
ahir zaman: dünyanın sonu.
ahlak : huylar, davranışlar, etik.
ahmer: kırmızı , kızıl.
ahsen: çok güzel
ahsen-i takvim: en güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
aht : sözleşme
ahu: ceylan.
ah-u zar: yüksek sesle ağlama, dövünme.
ah ü firaz: ah edip inlemek, ağlamak.
ahü : ceylan, (mecazi anlamı; güzellerin gözü)
ahval: haller, durumlar.
Ahmet: Hz. Muhammed'in adlarından biri.
ahz : almak
akça, akçe: para
akdem : ilk, önce, önceki, daha önceki
akıl yetirmek: akıl erdirmek.
âkil: akıllı, uslu.
akl-ı cüz: aklı kıt.
akl-ı küll : tüm akıl; Tanrı bilgisi.
akl-ı mead : ahirete dönük akıl.
akşamaca: akşama değin, akşama kadar.
aktöre, atayi: armağan, hediye.
akval: kaviller, sözleşmeler.
al: hile, tuzak, aldatma işi.
al duvağ: aI duvak, gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
al malı: yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
ala: ela.
alacabaz: aladoğan.
Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sırasından doğar.
Aladağ salı: Aladağ düzlükleri.
alafırcık: fitne, fesat, karıştırıcılık.
alaik: alakalar, ilgiler.
alak: alalım.
alâim-i sema: gök kuşağı, ebem kuşağı, alkım.
alakaftan: alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
alasan: alasın.
alâyiş: gösteriş, debdebe, tantana, ziynet.
alçağ, alçah: alçak, yüksel olmayan.
aldamak: aldatmak
aldanguç: aldatıcı.
alçım: çeşit.
alef: cana yakın, samimi.
âlem: dünya, kâinat, evren
alıcı: avcı.
alık: alınmış.
Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına.
alışaban: tutuşarak. ''Alışıban yanaram men''
alışmak: tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu.
Al-i aba: Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk
Al-i Yezid: Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler.
âlim-i deyyan: hâkim, bilgin, Tanrı
alişan: şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
alma: elma.
alma teki: elma gibi, elma benzeri.
aluptur: almıştır.
alvala: al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
ama: geyik.
amal: amel, yapılan iş, eylem, edim. 2- ameller.
aman: sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
amana düşmek: sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek.
amanat: emanet.
amanı aldırma: umursamazlık, zora koşma.
amber, anber: amber kokusu, güzel koku. (Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu maddelerin ortak adı)
amel: iş, ibadet.
âmennâ: inandık, doğru bulduk.
âmil: yapan, işleyen, yapıcı, etken,
amm: halk, herkes, halk yığını.
amm ü has: halk ve seçkinler.
an: o
anasır: elemanlar, öğeler.
anca, andak: o kadar
ancılayın: onun gibi
anda: orada, oraya
andak: hemen
andan: sonra
andelip: bülbül, seher kuşu.
Anka: Kafdağında olduğuna inanılan masal kuşu.
annac, annaç, arnaç: karşı, karşı yön, meyilli cephe. ''Annacımdan gelen güzel''
Anter: Hz. Ali'nin öldürdüğü söylenen bir yiğit
anuban: anarım
aparmak: ***ürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...''
ar: utanma.
Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup.
ârâm: durup dinlenme, konup rahat etme.
araram: ararım.
arasat: kıyamet kopunca dirilen canlıların toplanacağı yer.
arasın: arasını.
arayı arayı: araya araya.
arayıla: ara ile, aralıklı olarak.
arâyiş: süs, bezek, nakış.
Araz: Aras Nehri.
arbede kılmak: dövüşmek, kavga etmek.
argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
arkın: yavaş, hafif.
arkuru: aykırı, ters
arma: eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, göğün dokuzuncu katı.
arzıhal, arzuhal: sunu, sunma.
arzu ediben: arzu ederek, arzulayarak.
arzuman: şiddetli arzu, istek
âsâ Âdem: Adem Peygamber yapılmaması gereken şeyi yaptı şeytana uydu. Yunus hem Ademi sen yarattın, hem de ona yapılmaması gereken şeyi yaptırdın diye Tanrı'ya sitem ediyor.
âsân: kolay, rahat
Ashâb-ı Süffa: Yoksul oldukları için Hz. Muhammed'in mescidi sofasında yatıp kalkan yakınları.
asitan: dergah, tekke, kapı eşiği.
aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.
asl-ı kân: madenler aslı, değerler temeli.
aslı kıt: soysuz, verimsiz.
aslı pak: temiz, soylu.
asrık: yük.
assı: kâr, fayda, kazanç.
asuman, asman: gökyüzü, sema.
aş: yemek.
Aşere-i Mübeşşere: Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.
aşırma: kova, bakraç.
aşiyan: kuş yuvası, ev, mesken
aşıyane: yuva.
aşikâr, eşker: belli, meydanda, açık.
aşina, aşna: bildik, tanıdık.
Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı.
ataş: ateş.
ati: iyilik, ihsan.
atlanıban, atlanuben: atla, atlanarak, atlı olarak.
avaz, avaze: ses, ün, şöhret.
avdet: dönüş.
avlak: av yapılan yer.
avn: yardım, yardım eden.
avsın: büyü, tılsım.
avurd: yanağın iç tarafı, boş yeri.
avurmak: eğilmek, çevirmek.
ayak yalını: yalın ayak.
ayağ: kadeh
ayakça: ayak kelepçesi, ayak bağı.
ayan: açık, belli, ortada.
Ayat: Ayetler.
aydıvar: söyler, der ki.
aydur, aydar, eydür: söyler, der, der ki.
Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
Ayet-i Kurba: Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı; fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır.
ayıdam: söyleyeyim.
ayıkmak: ayılmak
ayıkvam: ayığım
ayıtmak: söylemek
ayine: ayna.
aymak: söylemek, hitab etmek. 2- uyanmak, farkına varmak.
ayn: göz, çeşme, kaynak
Ayn el yakin: gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l
yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir.
ayn-i irşid: irşadın ta kendisi, aydınlatma.
ayn-i bahar: baharın gözü.
ayn-i cem: Bektaşî ve Alevî'lerin kabul töreni.
ayn-i rah: yol gözlemek.
ayrılmanam: ayrılmam, ayrılamam.
ayruk: başka, değişik, artık.
ayş: zevk
ayyar: hileci, desiseci.
âzam: en yüksek, ulu.
azât etmek: serbest bırakmak.
Azazil: şeytan'ın adı.
azemet-füruş: büyüklük satan.
azheri: belli.
azık: yiyecek, besin.
azim: kesin karar verme, irade.
azimet: gitme, gidiş.
aziz: sevgide üstün tutulan.
azizan: dostlar, erenler.
azl: işten çıkarma.
azmak, azıtmak: yoldan çıkmak, sapıtmak.
azm-didar: buluşma, kavuşma çabası.
-B-
bâb: kapı, kitap, kitap bölümü.
babal: günah, suç.
babullah: Allah kapısı.
bac: vergi
bâd: rüzgâr
bâde: içki, şarap.
baden: semiz, iri gövdeli kimse.
badya: büyük kap, topraktan yapılma büyük içki kabı, testi.
bağat: bağ, bahçe
bâğbân, bağman, bağvan: bağcı, bahçıvan, bağ bekçisi.
bağır: 1.Yürek, gönül 2.Göğüs 3. Sine.
bağırdudu: papağan.
bağrı veran: gönlü yıkık, üzgün.
baha, paha: değer.
bahâdır: yiğit.
b: bakalım, görelim.
bahça: bahçe.
bahil, pahıl: nekes, cimri, şurdan sıkıp şurdan yalayan.
bahr: deniz.
bahr-ı muhit: okyanus.
bahr-ı zulmet: zulmet denizi.
bahri: deniz eri.
baka: tutam, demet, deste.
bâki: kalıcı.
bâl: kol, kanat, koruma, yürek, gönül.
bal ü per: kanat.
bala: çocuk, yavru.
bâlâ: yüce, yüksek.
balaban: büyük başlı çakır doğan.
balkımak, balkırmak: pırıldamak, parlamak
ban: otluk.
bannamak: ötmek, seslenmek.
bar: yemiş, meyve.
bâr: yük
bâran: yağmur
barekallah: kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun.
bârhâne: ev eşyası
barı: bari, hiç değilse, hiç olmazsa.
Bari: Tanrı.
bârû: burç, kale.
Basir: Tanrı, her şeyi gören.
baş: yara, yaranın işleyen gözü. "bağrı başlı": kalbi yaralı.
baş eylemek: yara açmak.
batıl: boş, beyhude, yalan, çürük.
batın: gizli, görünmeyen, yorumla elde edilen bilgi.
bay, baylık: zengin, zenginlik
bayık: gerçek
baz: doğan. 2- Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım.
bâzergâh: tüccar.
becare: biçare, çaresiz, umarsız.
becit: acele.
bed: bet, kötü, yakışıksız.
Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.
bedir: dolunay.
bedirlenmiş: ayın on dördüne benzemiş.
bednam: adı kötüye çıkmış, kötü ün kazanmış.
bek: sağlam, sıkı.
beka: kalma, kalım,sürme, yaşama.
bel: geçit.
belemek: kundaklamak.
beli: evet, peki, doğru. "Allah insanoğullarını yaratınca onlara "Ben sizin Tanrınız değil miyim" diye sorar. Onlar da "beli" diye karşılık verirler.
belik: uzun ince saç örgüsü.
bencileyin: benim gibi.
bend: bağ.
bende: kul, köle, bağlanmış.
benefşe, menevşe: menekşe.
beng: afyon, esrar.
bengi: tiryaki, esrarkeş.
benzek: nazire.
berat: rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman.
berdâr: asılmış.
bergüzâr: anı, anılmak için verilen armağan.
berhava: boş, faydasız.
berî: ırak, sıyrılmış, kurtulmuş.
berk: güçlü, kuvvetli, sağlam.
beserek: besili, tombul.
besilek: besili, beslenmiş.
beş arşın bez: kefen.
beşâret: sevinç, mutluluk.
beşer: insan, insanlık.
beyhuşt: kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış.
Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır. Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır.
beyt: ev, konut.
Beytullah: Kâbe.
bezenmek: süslenmek.
bezestan: değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı.
bezm: meclis, toplantı, eğlence.
bezirgân: tüccar.
bıçağ: bıçak.
bıldır: geçen yıl.
bi-basar: gözü keskin olmayan, görmeyen.
bîçâre: çaresiz.
bîdâr: uyanık
bider: tohum.
bi-gane: kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar.
bigüman: umutsuz, bilgisiz.
bî-hayâ: hayasız.
bi-huş: akılsız.
bî karar: kararsız.
bi mekan: evsiz, mekansız, yersiz, yurtsuz.
bi-vefa: vefasız.
bihter: daha iyi, çok iyi, en iyi.
bile: birlikte, beraber.
bilece: birlikte.
bilekçe: kolbağı, kelepçe.
billah: Tanrı adına içilen ant.
bili: bilgi, ilim.
bilişmek: tanışmak.
bimâr: hasta, sayrı.
bînihayet: sonsuzluk.
birim birim: birer birer.
birke: büyük havuz, gölcük
biryân, büryân: kebap, kızartma.
bişe: meşe, orman.
biti : mektup, kitab, amel defteri.
bizâr: bezmiş, usanmış.
bizzazure: zaruri olarak.
bor: çukur yer, delik deşik, çorak, ekilmemiş tarla.
boran: rüzgârla karışık kar.
boyağ: boya.
boymul: boynu siyah koyun.
boyun tutmak: baş eğmek, kabullenmek, söz dinlemek.
bozötergi: tarlakuşu,
börk: kürk ve keçeden yapılma başlık.
buhağ : çene altı, sakal.
bûd ü vucûd: varlık, yaratılış, var olma.
buhl: pintilik, cimrilik.
bun: sıkıntı, bunalım
Burak: Peygamberin Mirac'a çıkarken bindiği at.
burak: girdap, anafor.
burcu: güzel.
burçak: baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.
burdbâr, burdubâr: tahammüllü, yumuşak huylu.
burma: bilezik.
bus etmek: öpmek.
buse: öpüş.
bûy: koku.
büftan: iftira
büke: çevresi ormanlık yüksek ve çıplak tepe
bülbül teki: bülbül gibi.
bülend: yüksek.
bünyâd: kurma, yapma, temel.
bünyan: yapı, bina.
bürünüptür: bürünmüştür.
büryan: yanmış.
-A-
âb: su.
abd: kul.
abad : zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
abaz: avaz.
abdal, ebdal: derviş. Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
abdal donu: gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
abes : boş, asılsız, saçma.
abeş: kula renkte at, alacalı hayvan.
ab-ı efsun : gözyaşı
abı hayat : ölümsüzlük suyu, bengisu.
âb-ı hayvan: aynı suya verilen başka bir ad.
ab-ı Kevser : Kevser suyu
abık: kaçak, kaçan
ab-ı mutahhar : temiz su
ab-ı nisan : nisan yağmuru.
abı puş : aba giyen, derviş, fakir
ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
abidane: ibadet edene yakışacak bir surette.
abit: çok ibadet eden, dindar.
ablak: değirmi, yaygın yüz.
âbşar: su şırıltısı, çağıltı.
abus : somurtkan
acayip, acib : acaib, şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
aceb, aceba: şaşma, şaşakalma, acaba.
Acem: İranlı.
Acem dağları: Batı İran dağları.
acışmak: derinden acımak.
acib: hayret verici, şaşkınlığa yol açan şey, tuhaf, garip, acayip.
âcizi: acizlik, zavallı, alçak gönüllü kimseye ait, bir kimsenin kendinden söz ederken kullandığı sözcük.
acuz: kocakarı, cadı karı.
açak: açalım.
açaram: açarım.
açılcağ: açılınca.
açılıptur: açılmıştır.
âdâb: edep, terbiye.
adalet : hak.
adave : düşmanlık.
adâvet: düşmanlık, hınç, kin.
Âdem: ilk insan ve peygamber.
adem: yokluk, hiçlik.
ademi: insan, adam.
ademiyet : insanlık, insancılılık
adet : gelenek, görenek, sayı
adib : edepler, töreler.
adl: adelette doğru hüküm verme, her şeyi yerli yerine koyma.
adlım: ünlü, ünü büyük.
adu, adü: düşman, hasım.
adu taşı: düşman taşı.
adüvan : can düşmanı.
afak : ufuklar, gökyüzünün kenarları
âfitab: güneş.
agah: bilgili, görgülü.
ağ: ak.
ağ gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı
ağ lavaş: yufka ekmek, ak undan yapılmış yufka ekmek.
ağ mercan: ak mercan. (mecazi anlamı; ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi. )
ağaç at: tabut.
ağca: akça, aka yakın, alacalı.
ağca ceyran: ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması. )
ağı, ağu: zehir.
ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
ağır sufra: şölen sofrası.
ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
ağlaram: ağlarım.
ağmak: yukarı çıkmak, yükselmek. 2- akmak, karışmak.
ağrı: yön, taraf.
ağu: ağı, zehir.
ağyar: başkaları, sevene göre sevgilisiyle görüşenler.
aharam: akarım. ''Aharam seller içinde.''
ahbâr: haberler.
ahd: vadetme, söz verme.
ahdipeyman, ahd ü peyman : yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
ahen: demir, zincir, kılıç, katı, acımasız.
ahenger: demirci.
aheste: yavaş, ağır, yavaş yavaş
ahıl: akıl
ahi: Arapça kardeş anlamına gelen bu sözcük, hem ustaları, hem çırakları içine alan esnaf loncalarının liderine verilen ad olmuştur.
ahibba: dostlar, sevgililer
ahir: en son, sondaki, nihayet, son olarak. son, sonuncu.
ahir-kâr: işin sonu.
ahir zaman: dünyanın sonu.
ahlak : huylar, davranışlar, etik.
ahmer: kırmızı , kızıl.
ahsen: çok güzel
ahsen-i takvim: en güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
aht : sözleşme
ahu: ceylan.
ah-u zar: yüksek sesle ağlama, dövünme.
ah ü firaz: ah edip inlemek, ağlamak.
ahü : ceylan, (mecazi anlamı; güzellerin gözü)
ahval: haller, durumlar.
Ahmet: Hz. Muhammed'in adlarından biri.
ahz : almak
akça, akçe: para
akdem : ilk, önce, önceki, daha önceki
akıl yetirmek: akıl erdirmek.
âkil: akıllı, uslu.
akl-ı cüz: aklı kıt.
akl-ı küll : tüm akıl; Tanrı bilgisi.
akl-ı mead : ahirete dönük akıl.
akşamaca: akşama değin, akşama kadar.
aktöre, atayi: armağan, hediye.
akval: kaviller, sözleşmeler.
al: hile, tuzak, aldatma işi.
al duvağ: aI duvak, gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
al malı: yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
ala: ela.
alacabaz: aladoğan.
Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sırasından doğar.
Aladağ salı: Aladağ düzlükleri.
alafırcık: fitne, fesat, karıştırıcılık.
alaik: alakalar, ilgiler.
alak: alalım.
alâim-i sema: gök kuşağı, ebem kuşağı, alkım.
alakaftan: alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
alasan: alasın.
alâyiş: gösteriş, debdebe, tantana, ziynet.
alçağ, alçah: alçak, yüksel olmayan.
aldamak: aldatmak
aldanguç: aldatıcı.
alçım: çeşit.
alef: cana yakın, samimi.
âlem: dünya, kâinat, evren
alıcı: avcı.
alık: alınmış.
Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına.
alışaban: tutuşarak. ''Alışıban yanaram men''
alışmak: tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu.
Al-i aba: Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk
Al-i Yezid: Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler.
âlim-i deyyan: hâkim, bilgin, Tanrı
alişan: şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
alma: elma.
alma teki: elma gibi, elma benzeri.
aluptur: almıştır.
alvala: al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
ama: geyik.
amal: amel, yapılan iş, eylem, edim. 2- ameller.
aman: sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
amana düşmek: sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek.
amanat: emanet.
amanı aldırma: umursamazlık, zora koşma.
amber, anber: amber kokusu, güzel koku. (Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu maddelerin ortak adı)
amel: iş, ibadet.
âmennâ: inandık, doğru bulduk.
âmil: yapan, işleyen, yapıcı, etken,
amm: halk, herkes, halk yığını.
amm ü has: halk ve seçkinler.
an: o
anasır: elemanlar, öğeler.
anca, andak: o kadar
ancılayın: onun gibi
anda: orada, oraya
andak: hemen
andan: sonra
andelip: bülbül, seher kuşu.
Anka: Kafdağında olduğuna inanılan masal kuşu.
annac, annaç, arnaç: karşı, karşı yön, meyilli cephe. ''Annacımdan gelen güzel''
Anter: Hz. Ali'nin öldürdüğü söylenen bir yiğit
anuban: anarım
aparmak: ***ürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...''
ar: utanma.
Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup.
ârâm: durup dinlenme, konup rahat etme.
araram: ararım.
arasat: kıyamet kopunca dirilen canlıların toplanacağı yer.
arasın: arasını.
arayı arayı: araya araya.
arayıla: ara ile, aralıklı olarak.
arâyiş: süs, bezek, nakış.
Araz: Aras Nehri.
arbede kılmak: dövüşmek, kavga etmek.
argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
arkın: yavaş, hafif.
arkuru: aykırı, ters
arma: eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, göğün dokuzuncu katı.
arzıhal, arzuhal: sunu, sunma.
arzu ediben: arzu ederek, arzulayarak.
arzuman: şiddetli arzu, istek
âsâ Âdem: Adem Peygamber yapılmaması gereken şeyi yaptı şeytana uydu. Yunus hem Ademi sen yarattın, hem de ona yapılmaması gereken şeyi yaptırdın diye Tanrı'ya sitem ediyor.
âsân: kolay, rahat
Ashâb-ı Süffa: Yoksul oldukları için Hz. Muhammed'in mescidi sofasında yatıp kalkan yakınları.
asitan: dergah, tekke, kapı eşiği.
aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.
asl-ı kân: madenler aslı, değerler temeli.
aslı kıt: soysuz, verimsiz.
aslı pak: temiz, soylu.
asrık: yük.
assı: kâr, fayda, kazanç.
asuman, asman: gökyüzü, sema.
aş: yemek.
Aşere-i Mübeşşere: Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.
aşırma: kova, bakraç.
aşiyan: kuş yuvası, ev, mesken
aşıyane: yuva.
aşikâr, eşker: belli, meydanda, açık.
aşina, aşna: bildik, tanıdık.
Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı.
ataş: ateş.
ati: iyilik, ihsan.
atlanıban, atlanuben: atla, atlanarak, atlı olarak.
avaz, avaze: ses, ün, şöhret.
avdet: dönüş.
avlak: av yapılan yer.
avn: yardım, yardım eden.
avsın: büyü, tılsım.
avurd: yanağın iç tarafı, boş yeri.
avurmak: eğilmek, çevirmek.
ayak yalını: yalın ayak.
ayağ: kadeh
ayakça: ayak kelepçesi, ayak bağı.
ayan: açık, belli, ortada.
Ayat: Ayetler.
aydıvar: söyler, der ki.
aydur, aydar, eydür: söyler, der, der ki.
Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
Ayet-i Kurba: Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı; fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır.
ayıdam: söyleyeyim.
ayıkmak: ayılmak
ayıkvam: ayığım
ayıtmak: söylemek
ayine: ayna.
aymak: söylemek, hitab etmek. 2- uyanmak, farkına varmak.
ayn: göz, çeşme, kaynak
Ayn el yakin: gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l

ayn-i irşid: irşadın ta kendisi, aydınlatma.
ayn-i bahar: baharın gözü.
ayn-i cem: Bektaşî ve Alevî'lerin kabul töreni.
ayn-i rah: yol gözlemek.
ayrılmanam: ayrılmam, ayrılamam.
ayruk: başka, değişik, artık.
ayş: zevk
ayyar: hileci, desiseci.
âzam: en yüksek, ulu.
azât etmek: serbest bırakmak.
Azazil: şeytan'ın adı.
azemet-füruş: büyüklük satan.
azheri: belli.
azık: yiyecek, besin.
azim: kesin karar verme, irade.
azimet: gitme, gidiş.
aziz: sevgide üstün tutulan.
azizan: dostlar, erenler.
azl: işten çıkarma.
azmak, azıtmak: yoldan çıkmak, sapıtmak.
azm-didar: buluşma, kavuşma çabası.
-B-
bâb: kapı, kitap, kitap bölümü.
babal: günah, suç.
babullah: Allah kapısı.
bac: vergi
bâd: rüzgâr
bâde: içki, şarap.
baden: semiz, iri gövdeli kimse.
badya: büyük kap, topraktan yapılma büyük içki kabı, testi.
bağat: bağ, bahçe
bâğbân, bağman, bağvan: bağcı, bahçıvan, bağ bekçisi.
bağır: 1.Yürek, gönül 2.Göğüs 3. Sine.
bağırdudu: papağan.
bağrı veran: gönlü yıkık, üzgün.
baha, paha: değer.
bahâdır: yiğit.
b: bakalım, görelim.
bahça: bahçe.
bahil, pahıl: nekes, cimri, şurdan sıkıp şurdan yalayan.
bahr: deniz.
bahr-ı muhit: okyanus.
bahr-ı zulmet: zulmet denizi.
bahri: deniz eri.
baka: tutam, demet, deste.
bâki: kalıcı.
bâl: kol, kanat, koruma, yürek, gönül.
bal ü per: kanat.
bala: çocuk, yavru.
bâlâ: yüce, yüksek.
balaban: büyük başlı çakır doğan.
balkımak, balkırmak: pırıldamak, parlamak
ban: otluk.
bannamak: ötmek, seslenmek.
bar: yemiş, meyve.
bâr: yük
bâran: yağmur
barekallah: kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun.
bârhâne: ev eşyası
barı: bari, hiç değilse, hiç olmazsa.
Bari: Tanrı.
bârû: burç, kale.
Basir: Tanrı, her şeyi gören.
baş: yara, yaranın işleyen gözü. "bağrı başlı": kalbi yaralı.
baş eylemek: yara açmak.
batıl: boş, beyhude, yalan, çürük.
batın: gizli, görünmeyen, yorumla elde edilen bilgi.
bay, baylık: zengin, zenginlik
bayık: gerçek
baz: doğan. 2- Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım.
bâzergâh: tüccar.
becare: biçare, çaresiz, umarsız.
becit: acele.
bed: bet, kötü, yakışıksız.
Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.
bedir: dolunay.
bedirlenmiş: ayın on dördüne benzemiş.
bednam: adı kötüye çıkmış, kötü ün kazanmış.
bek: sağlam, sıkı.
beka: kalma, kalım,sürme, yaşama.
bel: geçit.
belemek: kundaklamak.
beli: evet, peki, doğru. "Allah insanoğullarını yaratınca onlara "Ben sizin Tanrınız değil miyim" diye sorar. Onlar da "beli" diye karşılık verirler.
belik: uzun ince saç örgüsü.
bencileyin: benim gibi.
bend: bağ.
bende: kul, köle, bağlanmış.
benefşe, menevşe: menekşe.
beng: afyon, esrar.
bengi: tiryaki, esrarkeş.
benzek: nazire.
berat: rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman.
berdâr: asılmış.
bergüzâr: anı, anılmak için verilen armağan.
berhava: boş, faydasız.
berî: ırak, sıyrılmış, kurtulmuş.
berk: güçlü, kuvvetli, sağlam.
beserek: besili, tombul.
besilek: besili, beslenmiş.
beş arşın bez: kefen.
beşâret: sevinç, mutluluk.
beşer: insan, insanlık.
beyhuşt: kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış.
Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır. Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır.
beyt: ev, konut.
Beytullah: Kâbe.
bezenmek: süslenmek.
bezestan: değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı.
bezm: meclis, toplantı, eğlence.
bezirgân: tüccar.
bıçağ: bıçak.
bıldır: geçen yıl.
bi-basar: gözü keskin olmayan, görmeyen.
bîçâre: çaresiz.
bîdâr: uyanık
bider: tohum.
bi-gane: kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar.
bigüman: umutsuz, bilgisiz.
bî-hayâ: hayasız.
bi-huş: akılsız.
bî karar: kararsız.
bi mekan: evsiz, mekansız, yersiz, yurtsuz.
bi-vefa: vefasız.
bihter: daha iyi, çok iyi, en iyi.
bile: birlikte, beraber.
bilece: birlikte.
bilekçe: kolbağı, kelepçe.
billah: Tanrı adına içilen ant.
bili: bilgi, ilim.
bilişmek: tanışmak.
bimâr: hasta, sayrı.
bînihayet: sonsuzluk.
birim birim: birer birer.
birke: büyük havuz, gölcük
biryân, büryân: kebap, kızartma.
bişe: meşe, orman.
biti : mektup, kitab, amel defteri.
bizâr: bezmiş, usanmış.
bizzazure: zaruri olarak.
bor: çukur yer, delik deşik, çorak, ekilmemiş tarla.
boran: rüzgârla karışık kar.
boyağ: boya.
boymul: boynu siyah koyun.
boyun tutmak: baş eğmek, kabullenmek, söz dinlemek.
bozötergi: tarlakuşu,
börk: kürk ve keçeden yapılma başlık.
buhağ : çene altı, sakal.
bûd ü vucûd: varlık, yaratılış, var olma.
buhl: pintilik, cimrilik.
bun: sıkıntı, bunalım
Burak: Peygamberin Mirac'a çıkarken bindiği at.
burak: girdap, anafor.
burcu: güzel.
burçak: baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.
burdbâr, burdubâr: tahammüllü, yumuşak huylu.
burma: bilezik.
bus etmek: öpmek.
buse: öpüş.
bûy: koku.
büftan: iftira
büke: çevresi ormanlık yüksek ve çıplak tepe
bülbül teki: bülbül gibi.
bülend: yüksek.
bünyâd: kurma, yapma, temel.
bünyan: yapı, bina.
bürünüptür: bürünmüştür.
büryan: yanmış.