Mehmet Akif Ersoy Şiirleri

Gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
Zavallı, açmaza düşmüş... Bakın hesaplamaya!
Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
Rakîbi halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.
Seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
Düşrünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
Kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe,
Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
Al işte: "Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
Taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!
Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
Zemîne dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
Abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
 
Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
-Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı!
-Çocuğu, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
Sokak sokak geziyor...
-Koymuyor mu medreseye?
-Koyar mı hiç?Arabî şimdi kim okur artık?
-Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!
-Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
İlim de kalmadı...
-Zâten ne kaldı? Hiçbirşey.
- Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;
Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi. Keyfinize!
-On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
Geçende, sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
Dedim, oğlan seni gel ben bir imtihân edeyim,
Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.
-Nasıl, becerdi mi?
-Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,
Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
-Nedir elindeki yâhuu?
-Ceride.
-At şu pisi.
-Neden?
-Yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.
-Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu Volkan'cı,
Unuttunuz mu?
-Bırak boşboğazlık etme Hacı?
Şu karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
-Hayır, demem o değil...
-Durma sen belânı ara!
-Canım lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
-Biraz rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!
 
Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...
Meğer geğirti imiş.
-Pek şifâlı şey şu hıyar.
Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
-Evet şifâlı yemiştir...
-Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
-Günâha girme. Tefâsîrde öyle yazmışlar...
Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var:
-Hasan , bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
Görünmüyor?
-Karı koyvermiyor. Herif, kılıbık.
-Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...
Laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
-Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
Adem hesabına koymam bizim köroğlunu ben.
........................
........................
Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,
Bakıyor bunlara, yan yan, iki çifte ince nazar:
"Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar
 
Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.

Bitince bir sıra ev, sonra bir de virane,
Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane:

Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkan;
İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan

Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.

Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle,
Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle,

Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgahlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.

Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba...
Önünde bir küme: fes, takke, hırka, şalta, aba

Kımıldanıp duruyorken, sefil bir sohbet,
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:

- Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyadece ver...
- Ziyade, anladık amma ya içtiğin şişeler?

- Çizersin..
- Öyle mi? Lakin, silinmiyor çetele!
Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu...
-Hele!
 
- Bizim peşin paramız... Anladın mı dün kurusu?
- Ayol tükendi mezem... Bari koy biraz turşu.

Arattı kendini ustan... Dinince dinlersin!
- Hasan be, sende nasıl nazlı nazlı söylersin!

Nedir o türkü... Aman başka yok mu?... Hah, şöyle!
- Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle.

- Nevazil olmuşum, Ahmed, bırak sesim yok hiç...
- Sesin mi yok? Açılır şimdi: bir imam suyu iç!

- Yarın ne iştesin Osman?
- Ne işteyim... Burada!
- Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada?

- O kim gelen?
- Baba Arif.
- Sakallı, gel bakalım...
Yanaş.
- Selamunaleyküm.
- Otur biraz çakalım...

- Dimitri, hey parasız geldi sanma, işte para!
- Ey anladık a kuzum...
- Sar be yoldaşım cigara...
 
- Aman bizim Baba Arif susuz musuz içiyor!
- Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor.

- Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicik sızarsın ha!
- Sızarsa mis gibi yer, yetmemiş adam değil a.

Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı,
Ağız, burun, hele sesler bütün karışmıştı;

Dikildi ağzına baktım, açık duran kapının,
Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.

Beş on dakika süren bir düşünceden sonra,
Kadın girdi o zulmet-sera-yı menfura. (Nefret edilen karanlık ye
 
Gözünde ebr-i teessür, yüzünde hun-i hicab,(üzüntü gözyaşlari)
Vücudu ra'se-i na-çar-i ye's içinde harab,(çaresizlik üzüntüsü)

Teveccüh eyleyerek sonradan gelen Babaya:
- Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!

Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık...
Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık!

Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sade;
Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde?

Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa!
Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksa!

Zavallı ben... Çamaşır, tahta, her gün uğraş da,
Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta!
 
Bilir mahalleli kim, aldığın zamanda beni,
Çehiz çimenle donatmıştı beybabam evini.

Ne oldu şimdi o eşya? Satıp kumarda yedin!
Evet, kumarda yedin, hem de karşılarda yedin!
.....
.....
Herif! Şu halime bak, merhametli ol azıcık...
Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık.

Efendiler, ağalar, siz de bir nasihat edin,
Sizin belki var evladınız...
- Hasan, ne dedin?

- Bırak, köpoğlu kadın amma çalçeneymiş ha!
- Benimki çok daha fazlaydı.
- Etme!
- Elbet ya!

Onun için boşadım. Sen işitmedin mi Halim?
- Kadın lakırdısı girmez kulağıma zati benim.

Senin kadın dediğin adeta pabuç gibidir:
Biraz vakti taşınır, sonradan değiştirilir.
 
Kadın bu sözleri duymaz, tazallüm eylerdi;
Herif mezar taşı tavriyle sade dinlerdi;

Açılıp ağzı nihayet, açılmaz olsa idi!
Taşıp döküldü, içinden şu la'net-i ebedi:

- Cehennem ol seni hınzır ******, git Boşsun!
- Ben anladım işi, sen komşu, iyice sarhoşsun;

Ayıltınız şunu yahut!
-ilişmeyin!
-Bırakın!
Herif ayıldı mı, bilmem, düşüp bayıldı kadın!
 
Ya Nebi! Şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harim-i pakine can atmak istedim durdum
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum
"Tahammül et" dediler…Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak
Önümde durmadı artık, ne hanuman ne ocak
Yıkıldı hepsi.. Ben aştım diyar-ı Sudan'ı
Üç ay "Tihame!" deyip çiğnedim beyabanı
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada
Yetişmeyeydin eğer, ya Muhammed, imdada
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin
İradem olduğu gündür senin iradene ram
Bir an için bana yollarda durmak haram
Bütün heyakili hilkatle hasbihal ettim
Leyale derdimi döktüm, cibali söylettim
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü
Nucuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azabı hecrine katlandım elli üç senedir
Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Beş-altı sineyi hicran içinde inleterek
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezar-ı pakinden!
Bu hasta ruhumu artık kayırma hakinden!
Nedir o meşale? Nurun mu? Ya Resulallah!
 
Oğlum, bu temenni neye benzer, bana bak:
Eşeklerin canı yükten yanar, aman derler,
Nedir bu çektiğimiz derd, çifte çifte semer!
Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.
Semerci usta geberseydi... değmeyin keyfe!
Evet, gebermelidir inkisar edin herife.
Zavallı usta göçer bir gün akibet, ancak,
Makamı öyle uzun boylu nerede boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
'Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktıyla bilemedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!'
Nasihatım sana:'herzeyle iştigali bırak!
Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak!
Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum, gönüllüsün semere
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.
 
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!.
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu!
Çiğnendi harîm-i pâki ser'in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm'ı bırakma böyle bîkes,
İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.
 
Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, birgün
Şu sağır kubbede, haib, sesinin dindiğini!
Bu heyulaya da bir kerrecik olsun bak ki,
Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini.
 
Geçen akşam eve geldim. Dediler:
-Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
-Nesi varmış acaba?
-Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
-Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol...
Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol
Hem uzun, hem de bataktır...
-Daha a'lâ, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak,
"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrâfını tektük hisse.
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kâh olur, kör gibi Çarpar sıvasız bir duvara;
Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara;
Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;
Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;

Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;
Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan,
Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan
Hânüman yoksulu binlerce sefilân-ı beşer;
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı;
O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları;
Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil!
Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kâtil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil!
Ya o bîçâre de râhmet suyu nûş eyliyerek,
Hatm-i enfâs edivermez mi hemen "cız!" diyerek?
O zaman sâmi'anın, lâmisenin sevkıyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...
Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.

Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener
Geçiyor... Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem... İyi amma kapı zâten aralık...
Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık
Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,
Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,
Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:

- Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!
Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...
Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun.
Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun körgözüne!
O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,
Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,
Şâir olsam yine tasvîri otur bence muhâl:
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba.
-Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık, şunu, bir...
-Sen otur, ben ararım...
-Olsa içerdik, iyidir...
Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Başladım kaynatarak vemeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

-Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
-Mehmed Ağa'nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktamıyayım... Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iç yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.
Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
-Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına...
Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,
Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!
 
Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyada,
Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın;
Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, aşıkıyız
Sade ilanı çekilmez bu acayip aşkın!
 
Geri
Üst